Aldatma Nedeniyle Boşanma Nasıl Gerçekleşir? Şartları Nelerdir?
Makale Başlıkları
Aldatma Nedeniyle Boşanma Nasıl Gerçekleşir? Şartları Nelerdir?
Eşler bir arada yaşamak ve müşterek yaşamda birbirlerine bağlı ve yardımcı olmak zorundadırlar. Aldatma nedeniyle boşanma davası cezası ve Yargıtay Kararlarını derledik. Eşler gibi nişanlıların da bazı sadakat yükümlülükleri olduğu kabul edilmektedirler. Sadakat Yükümlüğü cinsel anlamda sadakatin yanında duygusal düşünsel ve fiili ilişkilerin tamamı için de geçerlidir.
Sadakat yükümlüğüne aykırı davranışlar ile aldatılan eşin kişilik haklarına saldırı ortaya çıkmaktadır. Sadakat yükümlüğü eşler arası eşitlik ilkesine dayanmaktadır.
Tüm ilkeler gibi sadakat yükümlülüğü de her iki eş için de eşit derecede bağlayıcıdır. Sadakat yükümlülüğü ölüm ve boşanma sebeplerinden biri vuku bulana kadar devam eder. Ayrılık kararı, ayrı yaşama, fiili ayrılık, boşanma davası açılmış olması sadakat yükümlülüğünü sona erdirmez.
Zina ise TMK 161. maddede özel boşanma sebebi olarak düzenlenmiş olup sadakat yükümlülüğü ihlal ile aynı anlama gelmemektedir.
Zina eşlerden birinin karşı cinsle kusuruyla cinsel ilişkiye girmesidir. Zinadan bahsedebilmek için cinsel ilişkinin bulunması gerekir.
Sadakat yükümlülüğü daha geniş bir kapsama sahip olup aynı cinsle cinsel ilişkiye girmekle ihlal edildiği gibi, sadece duygusal yakınlık kurmaya kadar birçok eylemle ihlal edilmesi mümkündür.
Tüm bunların yanında sadakate aykırı davranışların eşin kusuru ile yapılması şarttır.
Bazı Sadakate Aykırı Davranışlar
- Sır saklama
- Yalan söylememe
- Gerçekleri gizlememe
- Eşlerden birinin karşı cins ile kurduğu yakınlık
- Karşı cinsle cinsel ilişkiye girme
- Hemcinsi ile cinsel ilişkiye girme
- Karşı cins ile duygusal birliktelik
- Akşamları sık sık dışarı çıkıp arkadaşları ile içmesi veya takılması
- Karşı cinsle çok sık akşam yemeklerine çıkılması
- Eşin uygun olmayan kıyafet ve yerlerde fotoğraf veya videolarının bulunması
- Eşin karşı cins ile duygusal/cinsel yazışmalar yapması
- Eşlerden birinin kazandığı parayı kumara yatırması vb. Kötü alışkanlıklar
- Eşlerden birinin başkası yararına eşinin ise zararına davranışlarda bulunması
- Eşten habersiz gebelik sonlandırılması işlemi yaptırılması
- Eşin anne babası ve kardeşleri ile yaşanan tartışma ve kavgalar
- Eşi hakkında iftira ve gerçek dışı bilgiler yayma
- Eşin tanıklıktan çekinebilecekken dürüstlük kuralına aykırı şekilde eşi aleyhine tanıklık yapması.
Aldatma (Zina) Nedeniyle Boşanma ile ilgili bilgi almak için iletişim bilgilerimizi kullanarak arayabilirsiniz.
Aldatmanın (Sadakate Aykırı Davranışın) Sonuçları
Boşanma Sebebi
Sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış boşanma sebebi oluşturabilir. Eğer yukarıda bahsettiğimiz gibi sadakatsizlik zina olarak oluştuysa aldatılan eş kanunun 161. maddesine göre boşanma davası açabilecektir.
Zinanın öğrenilmesinden itibaren 6 AY HER HALÜKARDA ZİNADAN İTİBAREN 5 YIL içerisinde zinaya dayalı boşanma davası açılabilecektir. Bu sürenin bitmesiyle artık zina nedeniyle boşanma davası açma hakkı sona ermiş olur. Nafaka nedir wikipedia.
Bu süre tamamlanmadan da zina nedeniyle aldatılan eş aldatan eşi affederse zina nedeniyle dava açma hakkı ortadan kalkacaktır.
Boşanmak isteyen eş sadece zinaya dayalı olarak boşanma davası açmak zorunda değildir. Ortada sadakatsiz bir davranış varsa davranışın türüne göre hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış ya da haysiyetsiz hayat sürme sebepleri ile de dava açılabilir.
Yine sadakatsiz davranışın türüne göre genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına dayalı olarak da boşanma davası açılabilir.
Tazminat
Sadakat yükümlüğünü ihlal eden eş diğer eşe boşanmalarının gerçekleşmesi ile birlikte maddi tazminat ödemek durumundadır. Aldatma (Zina) Nedeniyle Boşanma aldatan eş kusurlu olduğu için her somut olayda kusuru ayrıca değerlendirilmekle birlikte kusuruna göre hakimin takdir edeceği bir tazminat ile karşı karşıya kalacaktır.
Yoksulluk Nafakası
Kanunun 175. maddesine göre kusur olarak daha ağır kusura sahip tarafa diğer eş için yoksulluk nafakasına hükmedilecektir. Boşanma davası sonucu aldatan eş kusurlu olduğu için yoksulluk nafakası ödemek durumuyla karşı karşıya kalacaktır. Ayrıca boşanma davası açılır açılmaz mahkeme yine tedbiren nafakaya da hükmedilebilecektir.
Artık Değer Payının Kaldırılması veya Azaltılması
Zinâ veya hayata kast nedeniyle boşanma halinde, hâkim kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir.
Mirasçılıktan Çıkarma
Sadakat yükümlülüğünün ihlâli ile yükümlülüğü ihlâl eden eşin TMK’nun 510/2. maddesi çerçevesinde ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarılabilmesi de mümkündür.
Koruma Kararı
Eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışı 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında şiddet veya ev içi şiddet olarak görülebilir. Sadakat yükümlülüğünün ihlâli niteliğindeki fiil yasal düzenleme uyarınca cinsel veya psikolojik şiddet şeklinde ortaya çıkmış olabilir, bu yüzden bu fiillere muhatap eş de şiddet mağduru sıfatıyla 6284 sayılı Kanun’da düzenlenen korumadan yararlanabilecektir.
Aldatma Nedeniyle Boşanmanın Aldatan 3. Kişi Tarafından Sonuçları
Evlilik birliği içinde birbirine karşı sadakat borcu altında olanlar karı ve kocadır. Evlilik birliğinin sona ermesinde özel boşanma sebeplerine örnek olarak eşe karşı sadakatsizlik veya zina fiilleri örnek gösterilebilir. Eşin zina yaparak boşanma davasında kusurlu olduğu ve bu kusuru neticesinde diğer eşe karşı maddi tazminat, yoksulluk nafakası ödeme, mirasçılıktan çıkarılma gibi sonuçlarla karşılaşabileceği bilinmektedir.
Ancak aldatan tarafın birlikte olduğu 3. kişi açısından bu tarz sorumlulukların doğup doğmayacağı tartışma konudur. Bu hususta Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları doğrultusunda 3. kişiden manevi tazminat talebinde bulunulamayacağı açıklanmıştır. 3.kişinin boşanma davasına taraf olan eşin evli olduğunu bilip bilmemesi önem arz etmemektedir.
Yargı Kararları
Yargıtay Kararı – İBBGK., E. 2017/5 K. 2018/7 T. 06.07.2018
IV. GEREKÇE
İçtihadı birleştirmenin konusu; evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı hususundadır.
İçtihadı birleştirme konusunun aile kurumu ve evlilik birliği ile yakından ilişkili olması nedeniyle, öncelikle aile hukuku bağlamında irdelenmesi gerekmektedir.
Yasal dayanağını TMK’nın 185. maddesinin 3. fıkrasından alan eşler arasındaki sadakat yükümlülüğü, evlilik birliğinin taraflarını oluşturan eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nispi bir hak olup, eşler bu yükümlülüğün ihlal edilmemesini ancak birbirinden talep edebilirler.
Bu doğrultuda aile hukukunda evlilik birliğinin devamı sırasında eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışına karşı diğer eşin başvurabileceği çeşitli hukuki yollar ve uygulanacak yaptırımlar düzenlenmiştir.
Bu yaptırımlardan biri olan ve TMK’nın 174. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye göre “Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir”.
Bu madde gereğince manevi tazminat sadece kusurlu olan diğer eşten ve ancak boşanma davası ile birlikte istenebilir.
Bir kimsenin eşi tarafından aldatılmamayı isteme hakkı şeklinde herkese karşı ileri sürebileceği mutlak bir kişilik hakkı yasalarda yer almadığından, aldatma eylemine katılan üçüncü kişinin aldatılan eşin bir mutlak hakkını ihlal etmesi söz konusu değildir.
Başka bir anlatımla, evlilik birliğinin tarafı olmayan ve dolayısıyla sadakat yükümlülüğü bulunmayan üçüncü kişinin eşler arasındaki evlilik sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülüklere uyma zorunluluğu bulunmamaktadır.
Bu noktada evli bir kimseyle duygusal ya da cinsel birliktelik yaşayan üçüncü kişinin manevi tazminat sorumluluğunun hukuki dayanağının Borçlar Hukukumuzdaki haksız fiile ilişkin düzenlemeler çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. Bu nedenle üçüncü kişinin eyleminde haksız fiilin unsurlarının bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilmelidir.
TBK’nın 49. maddesinin 1. fıkrasına göre haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için diğer koşulların yanı sıra zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması aranmaktadır.
Bu bakımdan öncelikle evli bir kişiyle evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin eyleminde hukuka aykırılık unsurunun bulunup bulunmadığı incelenmelidir.
Hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşebilmesi için hukukumuzda benimsenen objektif hukuka aykırılık teorisine göre, bir özel koruma normunun veya herkese karşı ileri sürülebilen mutlak bir hakkın ihlal edilmiş olması gerekir.
Anayasa Mahkemesi’nce verilen iptal kararları ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yeni bir düzenleme yapılmaması neticesinde 765 sayılı TCK’dan zina suçunun çıkarılması ve 5237 sayılı TCK da suç olarak düzenlenmemesinin yanı sıra Medeni Hukuk alanında da evli bir kişiyle birlikte olmayı yasaklayan bir hukuk kuralına rastlanmaması karşısında, üçüncü kişinin aldatılan eşe karşı bu nedenle sorumlu olduğunu düzenleyen herhangi bir norm bulunmamaktadır.
Bu durumda üçüncü kişinin eyleminin herhangi bir koruma normunu ihlal ettiği söylenemeyeceğinden bu yönden hukuka aykırı kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır.
Dolayısıyla hukuka aykırılık koşulu gerçekleşmeyen bir eylem nedeniyle TBK’nın 49. maddesinin 1. fıkrası gereğince haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olmadığı açıktır.
Bunun yanında, içtihadı birleştirme konusu açısından belirleyici olması nedeniyle değerlendirilmesi gereken başka bir husus ise TMK’nın 24. ve 25. maddelerinde düzenlenen kişilik hakkına ilişkin hükümlerdir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, evlilik birliği ve evlilik hayatının kişiye toplum nezdinde sağladığı statü, eşlerin kişilik haklarının bir parçası olmayıp, eşlerin birbirleri üzerinde herhangi bir kişilik hakkı da bulunmamaktadır.
Aile hukukunda evlilik birliğine ilişkin kurallara aykırı olan her davranışın veya her boşanma nedeninin diğer eşin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği söylenemez.
Nitekim TMK’nın 174. maddesi, boşanmaya sebep olan olayların ancak diğer eşin kişilik haklarına saldırı oluşturması durumunda manevi tazminata hükmedilebileceğini düzenlemiştir.
Bir kişiye sırf evlilik bağı ile bağlı olmanın, evli kişilerin şahıs varlıklarına dâhil bağımsız bir kişilik değeri yarattığını kabul etmek ise, sınırlı sayıdaki bazı değerleri korumayı amaçlayan temel koruma normlarının, kişilik hakları üzerinden genişlemesi sonucunu doğurur.
Gerçekten de, evlilik statüsünü, mutlak bazı haklara da dayanak hâle getirmek; aile hukuku açısından sadakat yükümlülüğünün nispiliğini, haksız fiil hukuku açısından ise “eşi tarafından sadakatsizliğe uğratılmama (!)” gibi bir temel koruma normunun bulunmayışını, kişilik hakları üzerinden dolanmak demektir (Demircioğlu, s. 710).
Eşlerden biri yalnızca diğer eşten sadakat yükümlülüğüne uygun davranmasını talep edebilir. Üçüncü kişinin sadakat yükümlülüğünün bulunmaması nedeniyle, evli eşle birlikte olan üçüncü kişinin bu davranışının diğer eşin kişilik haklarına doğrudan bir saldırı niteliğinde olduğu söylenemez.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken başka bir husus ise ölüm ve ağır bedensel zararlar dışında başkaca kişilik hakkına saldırı nedeniyle yansıma yoluyla zarar tazminine Kanun’un izin vermemiş olmasıdır (6098 sayılı TBK m.56/2). Bu durumda hukuka aykırılık bağının bulunmaması sebebiyle hiç kimsenin, bir başkasının onur ve saygınlığına, özel hayatının gizliliğine veya sırlarına yönelik bir saldırıdan dolayı yansıma yoluyla manevi zarar gördüğü iddiasıyla tazminat istemesine olanak bulunmamaktadır. Görülmektedir ki eylem doğrudan kendisine yöneltilmeyen kişinin bu eylemden dolayı uğradığı yansıma zararlarının tazmini, bunu mümkün kılan açık bir düzenleme bulunmadıkça söz konusu olmayacaktır.
Aldatılan eşin üçüncü kişiye yönelttiği tazminat talepleri bakımından ise, aynı sonuca “evleviyetle” ulaşılmalıdır. Zira bu tür olaylarda yansıma bir zararın varlığından dahi bahsedilemez.
Gerçekten de, üçüncü kişinin cinsel birliktelik yaşadığı eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı fiili bulunmamaktadır ki, aynı fiil ile diğer eşin de kişilik haklarına saldırıldığından bahsedilsin ve zina yapan eşin uğradığı herhangi bir zarar bulunmamaktadır ki, diğer eşin yansıyan bir zararı mevcut olsun. Bu sebeple, diğer eşin, üçüncü kişinin fiili yüzünden apaçık bir manevî zarara uğradığı kabul edilse dahi, bu zararların giderilmesi, ancak bu yönde açık bir düzenlemenin varlığı halinde mümkün kabul edilmelidir (Demircioğlu, s. 713).
TBK’nın 49. maddesinin 2. fıkrası zarara sebep olan fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlâka aykırı bir fiille kasten başkasına zarar veren kişinin de haksız fiil sorumluluğunu kabul etmiştir.
Evli bir kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin eyleminin ahlâka aykırı olduğunu söylemek mümkündür ancak üçüncü kişinin TBK’nın 49. maddesinin 2. fıkrasına göre tazminatla sorumlu olduğunu kabul edebilmek için birlikte olduğu kişinin evli olduğunu bilmesine rağmen bu fiili işlemesi yeterli değildir.
Çünkü TBK’nın 49. maddesinin 2. fıkrası, aynı maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemeden farklı olarak ahlâka aykırı fiilin kasten zarar verme amacıyla işlenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “bilerek” sözcüğünün yerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinin 2. fıkrasında “kasten” sözcüğü kullanılmıştır. Kusurun en ağır derecesi olan kast, failin zarara neden olan sonucu bilmesinin yanında bu sonucu isteyerek eylemini gerçekleştirmesini ifade eder. Bu durumda kanun koyucunun maddenin yeniden düzenlenmesi sırasında ahlâka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kişinin sonucu bilmesini yeterli görmediği, aynı zamanda istemesini de gerekli gördüğü yorumunu yapmak mümkündür.
Bu bakımdan, evli olduğunu bilerek bir kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin eylemi, evlilik birliğine karşı göstermesi gereken özen ve saygıyı göstermemiş olması nedeniyle tek başına TBK’nın 49/2. maddesine göre sorumluluğunu gerektirmez.
Ayrıca üçüncü kişinin aldatma eylemine katılmasının, aldatan eşe karşı duyduğu duygusal yakınlıktan kaynaklanması veya eylemin para karşılığı gerçekleşmesi de olasıdır.
Bu durumlarda da/eylem ahlâka aykırı kabul edilse bile aldatılan eşe kasten zarar verme amacı taşıdığını söylemek her zaman mümkün değildir. Kanunda belirtildiği anlamda kasten zarar verme amacının gerçekleşmesi için üçüncü kişinin ahlâka aykırı bu fiili, salt birlikte olduğu kişinin eşine zarar verme kastıyla işlemiş olması gerekmektedir.
Evli kişiyle birlikte olan üçüncü kişinin sırf diğer eşe zarar verme kastıyla hareket ettiğinden bahsedilemediği taktirde, artık üçüncü kişinin bu fiili TBK 49/2 ye göre tazminatı gerektirmeyecektir. Başka bir anlatımla evli olduğunu bildikleri bir kişiyle ilişkiye giren tüm üçüncü kişilerin aldatılan eşe zarar vermeyi bilerek ve isteyerek hareket ettiklerine dair bir ön kabul yerinde değildir.
Zira evli olduğunu bildiği bir kişiyle ilişkiye giren üçüncü kişi, aldatılan eşin zarara uğrayacağını biliyor ve doğrudan doğruya bu sonucun gerçekleşmesini istememekle birlikte; gerçekleşmesini göze alıyorsa, ihtimali kastla hareket etmiş kabul edilir (Badur/Turan Başara, s. 126).
Öte yandan, konunun incelenmesi sırasında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de değerlendirilmesi gerekmektedir. TBK’nın 61. maddesine göre birden fazla kişinin birlikte bir zarara sebebiyet vermeleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olmaları durumunda müteselsil sorumluluk söz konusu olacaktır.
Ancak bu kişilerin her birinin davranışları gereği sorumlu tutulabilmeleri, söz konusu normun ön şartıdır. Aldatan eş ve üçüncü kişinin birlikte bir zarara sebebiyet verip, müteselsil sorumlu olabilmeleri için; üçüncü kişinin fiilinin de hukuka (veya ahlâka) aykırı olması gerekir (Badur/Turan Başara, s. 128).
Konumuz açısından üçüncü kişinin fiilinin haksız fiil olarak nitelendirilebilmesine olanak bulunmadığından sadece aldatma fiiline iştirak etmesi nedeniyle, aldatan eşle birlikte TBK’nun 61. maddesi çerçevesinde müteselsilen sorumlu tutulabilmesi mümkün değildir.
Görüldüğü üzere evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişinin, aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğu ile ilgili olarak kanunlarımızda özel bir tazminat hükmü yer almamasına rağmen, haksız fiile ilişkin genel koşulları da taşımayan eyleminden dolayı üçüncü kişi aleyhine yargı kararıyla tazminat sorumluluğu ihdas edilmesi, evlilik birliğinin ve aile bütünlüğünün korunması gibi saiklerle dahi kabul görmemelidir. Aldatma Zina Nedeni İle Boşanma Davası. Evliyken Aldatmak Cezası ve Tazminatı Boşanma Davasında Aldatma Delilleri Telefon Kayıtları Aldatma boşanma Davası Ne kadar Sürer.
Hemen belirtilmelidir ki, üçüncü kişinin katıldığı aldatma eylemi ile bağlantılı olmakla birlikte sadakatsizlik olgusundan farklı olarak, bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlali durumunda, eş söyleyişle üçüncü kişinin doğrudan aldatılan eşin kişilik değerlerine yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunması durumunda manevi tazminat sorumluluğunun doğacağında tereddüt bulunmamaktadır.
Bu kapsamda örneğin, aldatma eylemi ile bağlantılı olarak üçüncü kişinin, aldatılan eşin konut dokunulmazlığını ihlal etmesi, özel yaşamına müdahale etmesi, sır alanına girmesi, ele geçirdiği bazı özel bilgileri ifşa etmesi, kullandığı söz ve diğer ifadeler ile onur ve saygınlığını zedelemesi gibi eylemlerinde hukuka aykırılık unsurunun gerçekleştiği şüphesizdir.
Hâl böyle olunca, üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen başkaca bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça, salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eyleminden dolayı aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteyebilmesinin mümkün bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
V. SONUÇ
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler, yargısal ve bilimsel içtihatlarla bu çerçevede yapılan değerlendirmeler sonucunda “evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağı” yönünde 06.07.2018 günü üçüncü görüşmede oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Yargıtay Kararı – 2. HD., E. 2016/24076 K. 2018/10959 T. 15.10.2018
Dava Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesinde düzenlenen evlilik birliğinin sarsılması ve Türk Medeni Kanunu’nun 161. maddesinde düzenlenen zina hukuksal sebeplerine dayalı olarak açılmış, mahkemece “geçimsizliğe başka bir kadının neden olduğu, erkeğin sadakatsiz olduğu, başka bir kadınla duygusal ilişkiye girdiği, gezdiği ve arkadaşlık yaptığı ancak zina halini gösterir resmi tarihli bir belge olmadığı” gerekçesiyle tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi gereğince boşanmalarına, zina hukuksal sebebine dayalı davanın ise reddine karar verilmiştir.
Zina sebebine dayalı olarak boşanmaya karar verilebilmesi için öncelikle; davalı eşin başka bir kişiyle cinsel ilişkiye girmesinin veya cinsel ilişkinin gerçekleştirildiğine pek muhtemel bakılan bir durum içine girdiğinin kanıtlanması gereklidir.
Yapılan soruşturma ve toplanan delillerle; davalı erkeğin dava açılmadan önce başka bir kadınla birlikte birden fazla kez farklı otellerde tatil yaptıkları ve o kadınla birlikte aynı odada birlikte çekilmiş müstehcen fotoğraflarının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu hale göre Türk Medeni Kanunu’nun 161’nci maddesinde yer alan boşanma sebebi gerçekleşmiştir. O halde; davacı kadının zina hukuksal sebebine dayalı (TMK m. 161) boşanma davasının kabul edilmesi gerekirken, yetersiz gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacı kadının yeniden hüküm kurulması gerekli hale gelen TMK 166/1. maddesine dayalı boşanma davası ile boşanmanın fer’ilerine yönelik tarafların diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, duruşma için takdir olunan 1.630 TL vekalet ücretinin Niyazi’den alınarak Yasemin’e verilmesine, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 15.10.2018 (Pzt.)
Yargıtay Kararı – 2. HD., E. 2014/26168 K. 2014/25672 T. 15.12.2014
3-Davalı-davacı kadın, kocanın başka kadınla yaşadığı iddiası ile zina sebebine dayalı boşanma davası açmış, (TMK.md.161) mahkemece, davanın 6 aylık hak düşürücü sürede açılmadığı gerekçe gösterilerek istek reddedilmiştir.
Mahkemece, davalı-davacı kadının en geç 01.03.2011 tarihli karşı dava dilekçesi tarihi itibariyle zina olgusunun öğrenilmiş olduğu, buna göre de, 30.01.2012 tarihli zina sebebine dayalı birleşen boşanma davasının 6 aylık hak düşürücü sürede açılmadığı kabul edilmiş olmasına rağmen;
davalı-davacı kadının tanıkları kocanın başka kadınla yaşamaya devam ettiğini beyan ettikleri gibi, davalı-davacı (kadın), kocanın birlikte yaşadığı H. adlı kadından 10.07.2012 tarihinde S. D. isimli bir çocuğun doğduğuna ve kocanın tanıması nedeniyle 17.04.2013 tarihinde nüfusa tescil edildiğine dair nüfus kayıtlarını sunmuştur.
Davalı-davacı (kadın)’ın tanıklarının beyanı ve kocanın evlilik dışı doğan çocuğun doğum tarihi nazara alındığında, kocanın zina eylemini sürdürdüğü, çocuğun doğum tarihine göre H. isimli kadınla yaşadığı, kadının zina sebebine dayalı boşanma davasının süresinde olduğu, bu nedenle bu davanın da kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle reddine hükmedilmesi doğru olmamıştır.
Yargıtay Kararı – 2. HD., E. 2016/24121 K. 2018/10320 T. 1.10.2018
1-Davacı-davalı erkek TMK 166/4 maddesi uyarınca fiili ayrılık hukuki sebebine dayanarak dava açmış, birleşen davada ise davalı-davacı kadın evlilik birliğinin sarsılması sebebine (TMK m. 166) ve özel boşanma sebeplerinden zina hukuki sebebine
(TMK m. 161) dayanarak boşanma isteminde bulunmuş, mahkemece davalı-davacı kadının zinaya dayalı boşanma davasının TMK 161. maddesinde belirtilen dava sebebinin öğrenilmesinden başlayarak 6 ay içerisinde açılmadığından bahisle hak düşürücü süre nedeni ile reddine karar verilmiştir.
Davacı-davalı erkeğin uzun süreden beri bir başka kadınla birlikte yaşadığı, ondan ortak çocuğunun olduğu, aynı kadınla ilişkisinin halen devam ettiği, yapılan yargılama ve dinlenen tanık beyanlarından anlaşılmaktadır.
Zina eylemi devam ettiğine göre, hak düşürücü süre geçmiş sayılmaz. Toplanan delillerden, davacı-davalı erkeğin zinasının temadi ettiği anlaşılmaktadır.
O halde, kadının özel boşanma sebeplerinden zina hukuki sebebine (TMK m. 161) dayanarak açmış olduğu davasının da kabulü gerekirken reddi doğru olmamıştır.
Ne var ki davacı-davalı erkeğin TMK 166/4 maddesi uyarınca fiili ayrılık hukuki sebebine dayanan boşanma davasında verilen boşanma kararı ve davalı-davacı kadının TMK evlilik birliğinin sarsılması sebebine (TMK m. 166) dayanan boşanma davasında verilen boşanma kararı temyizin kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş, davalı-davacı kadının zina sebebine dayalı boşanma davası konusuz kalmıştır.
Bu durumda mahkemece yapılacak iş, davalı-davacı kadının zina hukuki sebebine dayalı davasının konusuz kaldığı gözetilerek karar verilmesine yer olmadığına karar vermek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
2-Davalı-davacı kadının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-davacı kadının temyiz itirazları yersizdir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 01.10.2018 (Pzt.)
Faydalı Linkler:
- Zina Nedeniyle Boşanma Davası
- Evlat Edinmede Nüfus Kaydının Düzeltilmesi
- Boşanma Sebepleri ve Boşanmada Yetkili Mahkeme
- Türk Hukukunda Ortak Velayet
- Boşanma Hukuku
Tüm detaylı bilgiler için iletişim sayfamızdan bizlere ulaşabilir ve hukuki danışmanlık alabilirsiniz.