Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı Suç – TCK 342
Makale Başlıkları
Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı Suç – TCK 342 Madde
Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı Suç – TCK 342 başlığı altında kaleme alınan bu makale, Türk Ceza Kanunu’nun uluslararası ilişkiler açısından son derece mühim bir maddesini incelemektedir. TCK 342, yabancı devlet temsilcilerine karşı işlenen suçları tanımlayarak, bu tür eylemlerin yasal sonuçlarını belirlemektedir.
Bu yazıda yabancı devlet temsilcilerine karşı işlenen suçların tanımı, hukuki boyutları, uluslararası hukukla olan bağlantıları ve yargı süreçleri ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. Yabancı devlet temsilcilerine karşı işlenen suçlar, sadece hukuki bir mesele olmakla kalmayıp, aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası diplomasi ve ilişkileri açısından da büyük bir önem taşımaktadır.
Bu makale, bahsi geçen suçun işlenme biçimlerini, hukuki süreçlerini ve Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini derinlemesine inceleyerek, okuyuculara geniş bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır. Yabancı devlet temsilcilerine karşı suç, uluslararası ilişkilerin hassas bir yönünü oluşturmakta ve bu konuda bilinçlenmek, hukuki haklarınızı ve yükümlülüklerinizi anlamak büyük önem taşımaktadır.
Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı Suçlar Türk Ceza Kanunun Sekizinci Bölümü olan Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenen bir suç türüdür. Bu suç türünden önce düzenlenmiş olan Yabancı Devlet Başkanına Suç ve Yabancı Devlet Bayrağına Karşı hakaret suçları da bir bütünlük oluşturmak maksadıyla yazımızda ele alınacaktır.
Bilindiği üzere devlet başkanlarının ulusal ve uluslar arası hukukta birtakım ayrıcalık ve dokunulmazlıkları bulunmaktadır. Buna bağlı olarak aslında bu ayrıcalık ve dokunulmazlıkların devlet başkanlarının veya yetkililerinin başka bir devlette bulunduğu sırada özgürlük haklarının, onur ve haysiyetlerinin korunması amaçlanmaktadır. Günümüzde devlet başkanlarının ayrıcalıklarına ilişkin uluslar arası hukukta evrensel nitelik taşıyan bir anlaşma bulunmamakla beraber devlet başkanlarına tanınan bu haklar uluslararası örf ve adet kuralı niteliği taşımaktadır.
Ulusal bir mahkeme tarafından görevde olan bir devlet başkanı için tutuklama kararı veyahut zorlayıcı tedbir niteliğinde ara karar verilmesi ve bunun uluslar arası hukuka sunulması devlet başkanının kişi dokunulmazlığı ihlali sonucunu doğuracaktır. Yani doğrudan devlet organlarının devlet başkanı üzerinde bu şekilde bir işlem yapması sonucu devlet başkanının şikayet etme ve tazminat talep etme hakkı bulunmaktadır.
Devlet başkanının onuruna, şerefine yönelik davranış üçüncü bir kişi tarafından yapılsaydı ne olurdu? Öncelikle yapılan eylemin saldırı niteliği taşıyıp taşımadığı tespit edilir ve sorumlu olan devletin bu haysiyete yönelik saldırı eylemini önlemek amacıyla önlem ve tedbir alıp almadığına bakılır.
Açıklanan hususlardan anlaşılacağı üzere kastedilen eylem sadece fiziksel nitelik taşımak zorunda değildir. Devlet başkanına karşı yapılan eylemin fiziksel saldırı haricinde basın yoluyla saldırı veya kişilik haklarına saldırı olarak karşımıza çıkması da mümkündür. Örneğin devlet başkanına karşı hakaretin yasaklanması kişilik haklarına saldırı kapsamında değerlendirilir.
Bu konuyla alakalı ilgili hüküm TCK m. 340 da düzenlenmiştir:
Düzenlemede “Yabancı devletlerden birinin başkanına karşı bir suç işleyen kişiye verilecek ceza, sekizde biri oranında artırılır. Suçun müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.”denilmektedir.
Ancak unutulmamalıdır ki karşılıklılık koşulunun mevcudiyeti aranır. Yani Türkiye’nin bahsedilen yabancı devleti tanıyor olması gerekmektedir.
Eğer soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan bir suç işlendiyse ilgili yabancı devletin bu şikayet hakkını kullanma hakkı esastır.
Bahsedilen suç icrai nitelikte bir suçtur. Suçun oluşabilmesi için eylemin gerçekleşmiş olması gerekir. Aleniyet kavramına da kanun metninde vurgu yapıldığı için failin eylemi görünür veya duyulur şekilde işlemiş olması gerekir.
Yabancı devlet bayrağına karşı hakaret suçu genel kastla işlenebilmektedir. Taksirle işlenebilmesi yönünde bir düzenleme bulunmadığından yabancı devlet bayrağına karşı hakeret suçun taksirle işlenebilmesi mümkün değildir. Keza aynı şekilde suça ilişkin herhangi bir nitelikli hal de bulunmamaktadır.
Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı Suçların düzenlenmiş olduğu madde aşağıdaki gibidir:
Madde 342- (1) Türkiye Cumhuriyetinde sürekli veya geçici olarak görevlendirilmiş yabancı devlet temsilcileri ile bunların diplomasi memurları veya uluslararası kuruluşların temsilcileri ile bunların diplomatik ayrıcalık ve bağışıklık tanınan memurları, kendilerine karşı görevlerinden dolayı işlenen suçlar bakımından, kamu görevlisi kabul edilerek; suç işleyen kişiler hakkında, bu Kanunun ilgili hükümlerine göre cezaya hükmolunur.
Burada dikkat edilmesi gereken husus failin; mağdura yönelik eylemi kamu görevlisi yapılmış gibi kabul edilerek buna göre cezai yaptırım uygulanacağıdır. Yani Türkiye’ de kamu görevlilerine karşı suç işlemiş gibi ilgili hükümler yabancılar bakımından da uygulama alanı bulacaktır.
Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı İşlenen Suçlar ve Kovuşturma Süreçleri
Soruşturma ve kovuşturma süreçleri, suçlarla mücadelede hayati öneme sahiptir. Bu süreçler, mağdurun şikayetine dayalı olarak işlem görür. Özellikle, bağışıklık tanınan memurlar ve görevli yabancı devlet temsilcileri söz konusu olduğunda, süreçler daha da karmaşıklaşabilir. Bu kişilere karşı işlenen suçlar, özel düzenlemeler gerektirir.
Türkiye’de görev yapan yabancı devlet temsilcilerine karşı işlenen suçlar, uluslararası hukukun da bir parçasıdır. Bu suçlar için kanunda belirlenen özgü cezalar uygulanır. İlgili kanun maddeleri, bu tür suçlar için net hükümler içerir.
Suça özgü cezaların belirlenmesi, suçun niteliğine göre değişiklik gösterir. Örneğin, hakaret gibi suçlar, diplomatik dokunulmazlığa sahip kişilere karşı işlendiğinde, ceza hukukunun ilgili maddeleri devreye girer. Bu durum, karşılıklılık ilkesinin önemini de ortaya koyar.
Karşılıklılık koşulu, uluslararası ilişkilerdeki adalet anlayışını yansıtır. Böylece, Türkiye’deki memurlara karşı işlenecek suçlar ve yabancılar bakımından da işlenmesi olanaklı suçlar için aynı hukuki muamele uygulanır. Bu, uluslararası hukukun temel prensiplerinden biridir.
Herhangi bir suç işlenmesi halinde, suçun mahiyetine göre soruşturma ve kovuşturma yapılması zorunludur. Bu süreçler, suçun tespiti, faillerin belirlenmesi ve adaletin sağlanması için elzemdir. Sürekli veya geçici olarak Türkiye’de görev yapan yabancı devlet temsilcileri, bu süreçlerin özgü bir parçasıdır.
Suçtan dolayı kovuşturma yapılması, mağdurun şikayetine ve suçun özelliklerine bağlıdır. Devlet temsilcilerine karşı işlenen suçlar, özel hukuki düzenlemeleri gerektirir. Bu düzenlemeler, uluslararası hukuk normları ve karşılıklılık ilkesi ile uyumlu olarak tasarlanmıştır. Bu şekilde, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde adaletin sağlanması amaçlanır.
Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı Suçta Şikayet, Zamanaşımı, Görevli Mahkeme ve Karşılıklılık Koşulu
Suç genel kastla işlenebilmektedir. Suçun taksirli hali ve nitelikli hali kanunda düzenlenmemiştir.
Yargılamalar Ağır Ceza Mahkemelerince yerine getirilecektir.
Yabancı devlet temsilcilerine karşı suça ilişkin dava zamanaşımı süresi somut olayın nitelik ve nicelik değerlendirmesine göre 8 ile 30 yıl aralığındadır.
Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı Suç eğer hakaret ise soruşturma ve kovuşturma yapılması ilgili olaydaki mağdurun şikayetine bağlıdır.
Bu suç türünün de devletler arası karşılıklılık koşuluna bağlı olduğunu bir kez daha hatırlatmak isityoruz.
Emsal Yargı Kararları
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, E. 2014/2666 K. 2014/6247 T. 27.5.2014
Duruşmalı olarak yapılan inceleme sonunda gereği düşünüldü:
1) Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin “30.09.1993” yerine “30.10.1993” olarak hatalı yazılması,
2) Türk vatandaşı olan sanık H.. T..’nun, 30.09.1993 tarihinde suç ortağı olan bir Azeri vatandaşı ile birlikte, o tarihte Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yetkisini kullanan Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Şurası Başkanı H.. A..’inbulunduğu parlamento binasının karşısındaki Devlet Televizyon Radyo Şirketinin üstü açık garajına H.. A..’e karşı suikast gerçekleştirmek amacı ile önceden planladıkları şekilde suikast silahları ile birlikte gittikleri ve burada H.. A..’inçıkışını bekledikleri sırada polis tarafından silahları ile birlikte yakalandıkları,
suçüstü yakalanan sanığın 01.10.1993’de tutuklandığı, Azerbaycan yasalarına göre yargılanıp 12.03.1994 tarihli kararla 10 yıl hapis cezasına çarptırıldığı,
cezasının 8 yıl 6 aylık kısmının infaz edildiği sırada 14.03.2002 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı H..A.. tarafından affedilerek serbest bırakıldığı ve bundan iki gün sonra Atatürk Hava Limanı’nda Türk makamlarına teslim edildiği anlaşılmıştır.
Dosyadaki sorun, sanık H.. T..’nun Azerbaycan’da işlediği söz konusu suç sebebiyle Azerbaycan’da yargılanarak cezalandırılmasını müteakip Türkiye’de ve Türk kanunlarına göre yeniden yargılanıp yargılanamayacağına ilişkindir.
Meseleye bu hususu düzenleyen Türk Ceza Kanunu açısından bakacak olursak;
Bir Türk vatandaşının yabancı bir ülkede işlediği suç sebebiyle Türkiye’de yargılama yapılabilmesi ve Türk kanunlarının uygulanabilmesi halinin 5237 sayılı TCK’nın 11 ve 13. maddelerinde düzenlendiği,
TCK’nın 11/1. maddesi uyarınca somut olayda olduğu gibi yabancı ülkede işlenen ve Türk kanunlarına göre aşağı sınırı bir yıldan az olmayan hapis cezasını gerektiren suçun Türk kanunlarına göre cezalandırılabilmesi için yabancı ülkede hüküm verilmemiş olması gerektiği,
oysa yukarıda da belirtildiği gibi sanık H.. T..’nun bu suç sebebiyle Azerbaycan’da Azerbaycan yasalarına göre yargılanıp cezalandırıldığı anlaşıldığından, TCK’nın 11. maddesinin sanık hakkında uygulanamayacağı,
Suç işlediği yabancı ülkede yargılanıp mahkumiyet kararı verilmiş olması halinde Türkiye’de yeniden yargılama yapılmasını gerektiren istisnai halleri düzenleyen TCK’nın 13. maddesine gelince;
Bir yabancı devlet başkanına karşı suç işlenmesi halinde verilecek cezanın artırılmasını öngören TCK’nın 340. maddesinin, aynı Kanunun 2. Kitap 4. Kısım, 8. Bölümünde düzenlendiği ve TCK’nın 13/1-b maddesinde sayılan istisnai haller arasında bulunduğu anlaşılmakta ise de;
Azerbaycan Cumhuriyeti Adalet Bakanlığının 18.06.2012 tarih ve 3347 sayılı yazısına göre,
Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Meclisinin 24.06.1993 tarih ve 630 sayılı kararının 2. bendi uyarınca Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yetkisinin Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Şurası Başkanı H.. A..’e verildiği,
daha sonra erken cumhurbaşkanlığı seçimi ile 03.10.1993 tarihinde yapılan seçim ile de Azerbaycan Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olarak seçildiği;
buna göre suç tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Şurası Başkanı olan mağdur H.. A..’in meclis kararıyla Cumhurbaşkanı yetkilerini de kullandığı,
bilahare suç tarihinden 3 gün sonra yapılan erken seçimle Cumhurbaşkanı seçildiği, dolayısıyla suç tarihinde her ne kadar Cumhurbaşkanının yetkisini kullanıyor ise de TCK’nın 340. maddesi anlamında devlet başkanı sayılamayacağı ve bu durumda TCK’nın 13. maddesinin de uygulama yeri bulunmadığı anlaşılmakla;
Yukarıda yazılı gerekçelerle Türkiye’de yeniden yargılama şartı (kovuşturma şartı) gerçekleşmediğinden, CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca davanın düşmesine karar verilmesi yerine yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kanuna aykırı, sanık müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında sanık müdafiinin ileri sürdüğü temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 27.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
27.05.2014 tarihinde verilen iş bu karar, Yargıtay Cumhuriyet savcısı Hüsamettin Yuca’nın huzurunda, duruşmada sanık H.. T..’nun savunmasını yapmış Av. E.. C..’ın yokluğunda, 28.05.2014 tarihinde usulen ve açık olarak tefhim olundu.