Malpraktis (Doktor Hatası) Davaları
Makale Başlıkları
Malpraktis
Malpraktis bir meslek mensubunun, mesleğini icra ederken yaptığı hatalı uygulamalar için kullanılır.
Malpraktis terimi, genellikle bir profesyonelin, özellikle bir sağlık hizmeti sağlayıcısının (doktor, hemşire, diş hekimi vb.) profesyonel yükümlülüklerini yerine getirirken gerekli özeni göstermemesi sonucunda oluşan bir hata veya ihmalkârlık durumunu ifade eder.
Malpraktis davaları, bir hastanın tıbbi bakım sırasında zarar görmesi durumunda ortaya çıkar. Bu zarar genellikle bir doktorun, hemşirenin veya diğer tıbbi personelin hatalı veya ihmalkâr eylemlerinin sonucudur. Bu durumlar arasında yanlış tanı, yanlış tedavi, cerrahi hatalar, ilaç hataları, anestezi hataları ve daha fazlası yer alabilir.
Malpraktis davasını kazanmak için genellikle hastanın veya hastanın temsilcisinin, sağlık hizmeti sağlayıcısının gerekli standartlara uymadığını ve bu ihmalin hastanın zarar görmesine neden olduğunu kanıtlaması gerekmektedir.
Tıbbi malpraktis dışında, avukatlar, mali danışmanlar, mühendisler ve diğer profesyoneller de malpraktis davalarına konu olabilirler. Bu durumda, bir profesyonel hizmetin yanlış veya ihmalkâr bir şekilde gerçekleştirilmesi sonucu bir kişinin zarar görmesi gerekmektedir.
Malpraktis Dava Örnekleri
Malpraktis davaları, genellikle tıbbi profesyonellerin yeterli bakım standardını sağlamadığı durumlarda ortaya çıkar. Aşağıda malpraktis davası örnekleri bulunmaktadır:
- Yanlış Tanı: Bu, en sık rastlanan malpraktis davası türüdür. Bir doktor, hastanın durumunu yanlış tanırsa ve bu yanlış tanı sonucunda hasta gereksiz tedavilerden geçer veya gerekli tedaviyi alamazsa, hasta veya ailesi doktora malpraktis davası açabilir.
- Cerrahi Hataları: Cerrahi hatalar, bir doktorun ameliyat sırasında hata yapması sonucunda ortaya çıkar. Bu hatalar, yanlış organın alınması, cerrahi aletin vücut içinde unutulması veya yanlış hastanın ameliyat edilmesi gibi durumları içerebilir.
- Doğum Sırasında Meydana Gelen Hatalar: Bir doktor veya hemşirenin doğum sırasında uygun bakımı sağlamaması sonucunda bebekte veya annede kalıcı hasar oluşabilir. Bu durumda, hasta veya ailesi malpraktis davası açabilir.
- İlaç Hataları: Bu, bir doktorun yanlış ilacı veya yanlış dozu reçete etmesi veya bir hemşirenin yanlış ilacı veya dozu vermesi durumunda meydana gelebilir.
- Anestezi Hataları: Anestezi hataları, anestezi doktorunun hasta hakkında önemli tıbbi bilgileri gözden kaçırması, anesteziyi yanlış şekilde uygulaması veya hastanın anestezi altında iken izlenmesi gerektiği şekilde izlememesi durumunda ortaya çıkar.
Bu örnekler, tıbbi malpraktis davalarının geniş yelpazesini göstermektedir ve her bir dava özgün koşullara ve kanıtlara dayanmaktadır. Bu tür bir dava açmayı düşünen bir kişinin, durumunu bir malpraktis avukatıyla görüşmesi genellikle en iyisidir.
Malpraktis Tanımı
Malpraktis’in tanımı Türk Tabipler Birliği’nin Meslek Etiği Kurallarında Kötü Hekim Uygulaması başlıklı 13. Maddesinde “Bilgisizlik, deneyimsizlik ve ilgisizlik hastanın zarar görmesi” olarak tanımlanmıştır. Bu tanımdan yola çıkarak doktorun her hatasının malpraktis davasına konu olamayacağını söylemek yerinde olur.
Zira tıpta komplikasyon kavramı ile malpraktis kavramı karıştırılabilmektedir. Malpraktis ile yani tıbbi uygulama hatası ile tıbbi tedavi sırasında ortaya çıkan ve hekim hatası olmayan durumlar karıştırılmamalıdır. Bunun için konuya açıklık getiren Dünya Tabipler Birliği tarafından “Malpractice Bildirisi” madde 2’ye göre;
- Malpraktis, doktorun tıbbi uygulama sırasında beceri eksikliği, hastaya uygun tedaviyi vermemesi ya da tedaviyi standartlara uymadan yapmasıdır.
- Tıbbı uygulama sırasında hekimin öngöremediği bir bilgi beceri yoksunluğu ise istenmeyen sonuç yani komplikasyondur ve burada hekimin sorumluluğuna gidilmez.
Kısaca malpraktisin ne olduğundan bahsettikten sonra malpraktis yani doktor hatası suçunun oluşumu, şartları ve cezasını makalemizde detaylıca ele alalım.
Malpraktis Nedir?
Malpraktis bir meslek mensubunun, mesleğini icra ederken yaptığı hatalı uygulamalar için kullanılır.
Tıbbi Malpraktis Nedir?
Tıbbi malpraktis doktorun görevini icra ederken yanlış uygulamalar ve beceri eksikliği sonucunda gerekli tedaviyi yapamaması ile oluşan zarardır.
Malpraktis Davalarında Zamanaşımı
Malpraktis davaları haksız fiile dayalı olarak açılacaksa, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her halükarda fiilin gerçekleştiği tarihten başlayarak on yılın geçmesi ile birlikte zamanaşımına uğrar.
Malpraktis Nedeni İle Tazminat Davası Şartları
Yukarıda değindiğimiz üzere malpraktisin tanımı Türk Tabipler Birliği’nin Meslek Etiği Kurallarında Kötü Hekim Uygulaması başlıklı 13. Maddesinde “Bilgisizlik, deneyimsizlik ve ilgisizlik hastanın zarar görmesi” olarak tanımlanmıştır. Yerleşik Yargıtay ve Danıştay içtihatlarına göre ise malpraktisin tanımı ve görünüş şekilleri aşağıda açıklayacağımız üzeredir. Buna göre malpraktis yani tıbbi hekim hatası, tıbbi standartlara uymadan, hekimin bilgi ve becerisinin yetersiz olmasından kaynaklı hastaya uygun tedavi uygulanmamasıdır. Hatalı tıbbi uygulama sonucu doğacak olan hekimin sorumluluğu “kusura dayalı sorumluluk” tur.
Sorumlulukta ölçü alınacak nokta tıbbi uzman hekim standardıdır. Bu standarda göre hekimin, tecrübesine, yeteneğine, bilgisine, eğitiminin niteliğine ve hastanın sağlığına zarar gelip gelmeyeceğini önceden öngörebilmesine ihtiyaç vardır. Bu ölçü birimleri dikkate alındığında hekimin “özen yükümlülüğü” karşımıza çıkmaktadır. Hekim hastalığın teşhisi, tedavisi ve konsültasyonu aşamasında özen yükümlülüğü altındadır. Tek tek inceleyecek olursak;
Hastalığın Teşhisi Aşamasında;
Doktorun bu aşamada hastanın şikayetini iyi dinlemesi, öyküsünü iyi öğrenmesi gerekmektedir. Çünkü diğer aşamalar olan tedavi ve konsültasyon aşamasında teşhise göre hareket edecektir. Örneğin tedaviye başlamadan önce hastanın herhangi bir alerjisi olup olmadığının hastaya sorulması gerekmektedir.
Aksi halde alerji ile ilgili hastaya soru sorulmadan tedavi yapılmaya başlanırsa ve alerji gelişirse doktorun eksik özen yükümlülüğü ve kusuruna dayanarak malpraktis davası açılabilir. Ayrıca doktorun teşhis aşamasında hastayı bilgilendirme ve yapılacak tedavi öncesi onamının alınması yani aydınlatma yükümlülüğü vardır.
Hastalığın Tedavi Aşamasında;
Doktorun uygulama kusuru ile karşılaşabilir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarından yola çıkarak şu örnekler malpraktis davasına konu olabilir: Doktorun yanlış tedavi uygulaması, ameliyat esnasında vücutta yabancı madde unutulması, yanlış ilaç, hatalı iğne, müdahale edilecek uzvun karıştırılması, steril olmayan koşullarda tedavi yapılması ve benzeri.
Konsültasyon Aşamasında;
Hastalığın niteliği ve ağırlığına göre hekimin zorunlu konsültasyon(hekimlerin birbiriyle iş birliği) yapılmasını gerektiren durumlarda hekimin konsültasyon kurallarına uymaması halinde, diğer hekimler ile bilgi-görüş alışverişinde ve iş birliği içinde bulunmaması halinde ortaya çıkan zarar sonucu malpraktis davasına konu olabilirler.
Teşhis, tedavi ve konsültasyon aşamalarına dikkat etmeden yapılan tıbbi uygulama hatalarında tıbbi malpraktis nedeniyle tazminat davası açılabilir. Ayrıca “stabilizasyon” nedeni ile malpraktis davaları açılabilir. Kısaca stabilizasyon konusuna değinmekte yarar vardır.
Stabilizasyon hastanın rahatsızlığı sonucu hastaneye başvurması ile birlikte o rahatsızlığın giderilmesi ya da daha ileri gitmesinin durdurulması ve daha ileri derecede müdahaleye kadar vücudun dengede tutulmaya çalışılması, rahatsızlığın giderilmesi gerekmektedir. Hastanelerin daha çok acil servisleri tarafından yerine getirilen stabilizasyon işlemi Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından verilen karar işle malpraktis davasına konu olabilir. Şöyle ki stabilizasyonun yapılmadan hastanın taburcu edilmesi ya da yetersiz yapılması durumunda ortaya çıkan olumsuz sonuçlar tıbbi malpraktis davasına konu olur.
Malpraktis Davalarında Doktorun Tazminat Sorumluluğunun Hukuki Dayanağı
Malpraktis davalarında doktorun hukuki sorumluluğu, hizmet kusuruna, haksız fiile, vekaletsiz iş görmeye ve sözleşmeye (eser ve vekalet sözleşmesi) aykırılığa dayanır. Malpraktis davası ile tazminat talep edecek olan kimse idareye açacağı davalarda hizmet kusuruna dayanırken gerçek ya da tüzel kişilere karşı açacağı davalarda haksız fiil, sözleşmeye aykırılık ve vekâletsiz iş görmeye dayanır. Şimdi tek tek dayanılan hukuki nedene göre malpraktis davalarının açılmasını ve doktorun hukuki sorumluluğunu değerlendirelim.
-
Haksız Fiile Dayanarak Açılan Malpraktis Davası:
Türk Borçlar Kanunu madde 49 ‘da düzenlenen haksız fiil bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir fiil ile başkasına verdiği zarardır. Doktorun tıbbi uygulama standartlarına aykırı davranarak kusurlu hareketi ile hastaya verdiği her zararından sorumluluğu vardır. Hasta, haksız fiile dayanarak malpraktis davası açabilir.
-
Sözleşmeye Dayanarak Açılan Malpraktis Davası :
Acil durumlar, tıbbi müdahale ya da ameliyat esnasında farklı komplikasyonların gelişmesi nedeni ile ameliyatın genişletilmesi haricinde hasta ile doktor arasında sözleşme ilişkisi kurulur. Hasta doktorun sorumluluğunu gerektirecek tıbbi zararlar nedeniyle malpraktis davası açarken haksız fiile ya da sözleşmeye dayanarak malpraktis davası açabilir. Hasta ile doktor arasındaki kurulacak sözleşme vekalet sözleşmesi ya da eser sözleşmesi olacaktır. Vekalet sözleşmesi, kural olarak doktor-hasta ilişkisinde kurulan sözleşmedir.
Vekalet sözleşmesi hükümlerine göre doktor, teşhis ve tedavi sürecinde hastalığın niteliğine göre, standartlara uygun olumlu neticenin elde edilmesi için eylem ve davranışlarının özenli olması gerekmektedir. Ancak tüm özenli davranışına rağmen sonucun olumsuz olması durumunda doktorun sorumluluğuna gidilmez.
Doktorun tedaviyi yaparken ya da teşhisi koyarken ya da konsültasyon aşamasında gerekli özeni göstermemesi sonucu zarar doğması halinde doktorun sorumluluğuna gidilebilir. Yargıtay kararlarında da doktor hastasını tedavi ederken tüm mesleki şartları yerine getirmiş ise, tedavi yöntemleri arasından en iyisini seçerek hastayı ve hastalığın özelliklerini göz önünde tutarak risk oluşturabilecek durumlardan kaçınırsa uygun tedaviyi geciktirmeden uygularsa doktorun sorumluluğu doğmaz.
Eser sözleşmesi, doktorun hastayı tedavi ederken standartlara, sözleşme hükümlerine, amaca ve kendinden beklenen özene uygun davranması amacıyla kurulan sözleşmedir. Vekâlet sözleşmesinin tersine eser sözleşmesinde doktor olumlu sonuç elde edemez ise yeteri kadar özen ve çabayı göstermiş olsa da sorumluluktan kurtulamaz. Ancak Yargıtay 3. Hukuk Dairesi kararına göre eser sözleşmesi ile yüklenici olan doktor hastasını olumsuz sonuçlar açısından aydınlatmış ise ve rızası almış ise sorumluluktan kurtulabilir. Örnekle açıklayacak olursak; herhangi bir dişi tedavi eden doktorun hukuki sorumluluğu vekalet sözleşmesine dayanıyorken, protez diş yapan doktorun hukuki sorumluluğu eser sözleşmesine dayanır.
-
Vekâletsiz İş Görme Hükümlerine Dayanarak Açılan Malpraktis Davası:
Doktorun hastasının izin ve onayını almadığı acil tıbbi müdahale yapması gerektiği ya da ameliyat esnasında ameliyatın genişletilmesine karar verdiği durumlar vekâletsiz iş görmeye dayanır. Vekâletsiz iş gören doktor hastaya karşı her türlü ihmalinden sorumludur.
-
Hizmet Kusuru:
Danıştay’ın kararına göre idare kamu hizmetinin sağlanması için gerekli organizasyonları yapmak, gerekli bina, yapı ve nitelikli personel sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğünü yerine getirmezse hizmet kusuru oluşur. İdare yani kamu hastanelerinin (devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri, aile hekimlikleri, sağlık ocakları, ruh ve sinir hastalıkları) malpraktis davalarında sorumluluğu hizmet kuruna dayanmaktadır.
Kamu Ve Özel Hastanelerin Malpraktis Davalarında Sorumluluğunun Hukuki Dayanağı
Kamu Hastaneleri ve Sağlık Kuruluşlarının, hukuki sorumluluğu idare hukukunda kusur sorumluluğudur. İdarenin kamu hizmetini yani sağlık hizmetlerini gerektiği gibi sağlaması için gerekli organizasyonları yapmak, gerekli bina, yapı ve nitelikli personel saplamakla yükümlüdür. İdare bu yükümlülüğü yerine getirmezse “hizmet kusuru” na dayanarak “tam yargı davası” ile tazminat talep edilebilir.
Özel Hastane Ya Da Sağlık Kuruluşlarının Sorumluluğu, “hasta kabul sözleşmesi” çerçevesinde özel hukuktan kaynaklanan kusura dayanmaktadır. Hasat kabul sözleşmesi Yargıtay’ın kabul ettiği tanıma göre kural olarak hekim-hasta arasında değil, hasta ile hastane arasında kurulur.
Herhangi bir şekil şartına tabi olamayan “hasta kabul sözleşmesi” zımni irade açıklaması ile kurulabilir. Kısmi kurulabileceği gibi tam da kurulabilir. Kendine özgü bir sözleşme olduğu için içeriği hasta ve hastane tarafından serbestçe belirlenebilir. Örneğin hasta yalnızca muayene olacak ve başka işlem yaptırmayacaksa hasta kabul sözleşmesi kısmi kurulmuş olur. Hastanenin bu sözleşme ile bazı yükümlülükleri olmakla birlikte hastanın da yükümlülükleri mevcuttur.
Yargıtay içtihatlarına göre özel hastanenin hizmet kusurundan kaynaklanan ve doktorun sorumluluğuna gidilebilecek durumlara aşağıda sıralayacağımız örnekler verilebilir. Hasta malpraktis davası açarak tazminat talep edebilir. Bu durumlar;
- Doktorun hastanın tahlil sonuçlarını öğrenemeden teşhis koyup tedavi yapması,
- Kan grubu sonucunun yanlış bakılması ve sisteme yanlış girilmesi,
- Cerrahi müdahale için kullanılan araç gereçlerin steril olmamasından kaynaklı hastaya zarar vermesi,
- Yeterli ısınma, yeterli yiyecek içecek sağlanmaması,
- Ruh ve sinir hastalıkları hastanesindeki hastaların gerekli gözetiminin yapılmamasından kaynaklı intihar etmesi gibi.
Malpraktis Zamanaşımı
Malpraktis davası haksız fiile dayalı olarak açılacaksa, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her halükarda fiilin gerçekleştiği tarihten başlayarak on yılın geçmesi ile birlikte zamanaşımına uğrar.
Malpraktis Nedenleri
Malpraktis işleme bağlı hatalar, ihmale bağlı hatalar, uygulamaya bağlı olarak üç nedene bağlanabilir. Tıbbi hata çeşitleri olarak; ilaç hataları, cerrahi hatalar, iletişim hataları nazokomiyal enfeksiyonlar ve diğer sağlık bakımıyla ilgili hatalar sayılabilir.
Malpraktis Dava Dilekçesi
Malpraktis dava dilekçesinde doktor tarafından yapılan uygulamalar hastane raporları şeklinde sunularak uygulama ve tedavi süreci açıklanmalıdır. Olaya benzer yüksek mahkeme kararları sunularak iddia sağlamlaştırılmalıdır.
Malpraktis Dava Örnekleri
Malpraktis dava örneği olarak; hemşirenin hatalı iğne yapması, estetik ameliyatında istenilen sonuca ulaşamama, ameliyat öncesi yeterli aydınlatma yapılmaması vb. sayılabilir.
Malpraktis Davaları
Malpraktis davaları, doktorun görevini icra ederken yanlış uygulamalar ve beceri eksikliği sonucunda gerekli tedaviyi yapamaması ile oluşan zarar doğrultusunda açılan davalardır.
Malpraktis Davaları Nedir?
Malpraktis davaları genel olarak tıbbi malpraktis yerine kullanılmakla birlikte, doktorun görevini icra ederken yanlış uygulamalar ve beceri eksikliği sonucunda gerekli tedaviyi yapamaması ile oluşan zarar doğrultusunda mağdurun sorumlular için ceza yargılaması yapılması veya maddi manevi tazminat talebiyle açılan davalardır.
Malpraktis Örnekleri
Malpraktis, sağlık çalışanlarının mesleki görevlerini yerine getirirken hata yapması, ihmalkarlık göstermesi veya standartları ihlal etmesi sonucunda hastaların zarar görmesi durumunu ifade eder. Malpraktis örnekleri çeşitli tıbbi disiplinlerde ve uygulamalarda ortaya çıkabilir. Aşağıda, malpraktise örnek olarak verilebilecek bazı durumları bulabilirsiniz:
- Yanlış tanı: Bir doktorun hastanın durumunu doğru bir şekilde değerlendirememesi veya yanlış bir teşhis koyması sonucunda yanlış tedavi uygulanabilir. Bu durum hastanın sağlığını olumsuz etkileyebilir.
- Hatalı cerrahi: Bir cerrahın ameliyat sırasında hatalı bir işlem yapması, gereksiz cerrahi müdahalede bulunması veya cerrahi sonrası enfeksiyon kontrolünün yetersiz olması gibi durumlar malpraktis örnekleri arasında yer alır.
- İlaç hataları: Yanlış dozaj uygulaması, yanlış ilaç reçetesi verilmesi veya ilaç etkileşimlerinin göz ardı edilmesi gibi hatalar da malpraktis örnekleri arasında sayılabilir.
- İhmal edilen tanı veya tedavi: Bir sağlık çalışanının hastanın belirtilerini veya şikayetlerini yeterince değerlendirememesi veya uygun tedaviyi sağlayamaması sonucunda hastanın durumu kötüleşebilir.
- Hastane enfeksiyonları: Hastane ortamında hijyen standartlarının yetersiz olması veya enfeksiyon kontrol önlemlerinin ihmal edilmesi sonucunda hastaların enfeksiyon kapması malpraktis örneği olabilir.
Bu sadece bazı örneklerdir ve her malpraktis durumu kendine özgüdür. Malpraktis iddialarında genellikle detaylı bir inceleme ve adli süreç gerekmektedir. Eğer bir malpraktis şüphesiyle karşılaşıyorsanız, konuyu bir hukuk uzmanı veya ilgili sağlık otoritelerine danışmanız önemlidir.
Malpraktis Tazminat Davalarında Görevli Mahkeme
Görevli mahkemenin belirlenmesinde malpraktis davasına konu olan doktorun sorumluluğunun ve kamu ve özel hastanenin sorumluluğunun hukuki dayanağı dikkate alınır.
- Malpraktis davasında doktorun sorumluluğunun hukuki dayanağı eser ve vekâlet sözleşmesi ise dava “Tüketici Mahkemesi” nde görülür. Bağımsız çalışan doktor, şirket ya da ortaklık ya da gerçek kişilerin hastane işletiyor olması durumunda görevli mahkeme “tüketici mahkemesi” olacaktır.
- Malpraktis davasında kamu hastanesinin sorumluluğunun hukuki dayanağı “hizmet kusuru” dur. Bu nedenle dava idare aleyhine “idare mahkemesi” nde “tam yargı davası” ile tazminat talep edilebilecektir. Ancak burada dikkat edilmelidir ki dava doktor aleyhine değil idare aleyhine açılacaktır. İdare doktora rücu edecektir.
- Malpraktis davası sonucu sigorta şirketine açılacak davalar ise “asliye ticaret mahkemesi” nde açılacaktır.
- Son olarak belirtelim ki doktorun hizmet kusuruna değil de kişisel kusuruna dayanan davalar adli yargıda görülür.
Malpraktis Tazminat Davalarında Yetkili Mahkeme
Malpraktis davalarında tüm maddi ve manevi tazminat davalarında genel yetkili mahkeme Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 6’ya göre davalının yerleşim yeri mahkemesidir. Örneğin bir kamu hastanesinin hizmet kusuru nedeni ile malpraktis davası açılmış ise hastanenin bulunduğu yerdeki görevli mahkemeler yetkilidir.
Malpraktis davası açacak olan hasta genel yetkili mahkemede dava açabileceği gibi özel yetkili mahkeme olan Tüketici Mahkemesine sözleşmenin ifa edildiği ya da davacının yerleşim yerindeki görevli mahkemede açabilir.
Haksız fiil nedeniyle malpraktis davası açacak olan hasta ise Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 16’ya göre ise fiilin işlendiği yer ya da fiilin işlendiği yerden başka yerde zarar meydana gelmişse zararın meydana geldiği yer ya da davacının yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir.
Malpraktis Tazminat Davalarında Zamanaşımı
Malpraktis tazminat davalarında zamanaşımı davalının kim olacağına göre değişmektedir.
Kamu hastanelerine malpraktis nedeniyle tazminat davası açılacak ise 2577 sayılı kanuna göre zararın ve doktor hatasının öğrenilmesinden itibaren 1 yıl ve her halükârda 5 yıl içinde idareye yazılı olarak başvurularak maddi ya da manevi tazminat talep edilebilir. İdarenin bu talebe 30 gün içinde cevap vermesi gerekir. İdarenin kısmen ya da tamamen reddi halinde 60 gün içinde idare mahkemesinde tam yargı davası açılmalıdır. Ceza hukukundan kaynaklı uzamış zamanaşımı süreleri geçerli değildir.
Haksız fiile dayanarak özel hastanelere karşı açılan malpraktis davalarında zamanaşımı ise Türk Borçlar Kanunu’na göre belirlenir. Buna göre zararın ya da doktor hatasının öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıl ya da her halde 10 yıl içinde görevli mahkemede dava açılmalıdır. Ceza hukukundan kaynaklı uzamış zamanaşımı süreleri geçerlidir.
Vekâlet ve eser sözleşmesinden kaynaklı malpraktis davaları için ise 5 yıllık zamanaşımı vardır. 5 yıl içinde Tüketici Mahkemelerinde dava açılabilir.
Tıbbi müdahale öncesi ya da ameliyatın genişletilmesi nedeni ile vekâletsiz iş görmeye dayanan malpraktis davasında zamanaşımı süresi 10 yıldır.
Sözleşmeye aykırılık nedeni ile açılan malpraktis davalarında ceza hukukundan kaynaklı uzamış zamanaşımı süreleri uygulanmaz.
Yanlış Tedavi Nedeniyle Tazminat
Yanlış teşhis nedeniyle zarar gören kişi malpraktise dayalı olarak tazminat davası isteyebilecektir. Haksız fiil, sözleşmeye aykırılık, kamu hastaneleri çalışanları hizmet kusuru ve vekaletsiz iş görme nedenleriyle tazminat davası açılabilir.
Yanlış Teşhis Tazminat Davası
Yanlış teşhis nedeniyle zarar gören kişi malpraktise dayalı olarak tazminat davası isteyebilecektir. Haksız fiil, sözleşmeye aykırılık, kamu hastaneleri çalışanları hizmet kusuru ve vekaletsiz iş görme nedenleriyle tazminat davası açılabilir. Malpraktis davalarında görevli mahkeme tüketici mahkemeleri, kamu hastaneleri görevlileri ile ilgili oluşan malpraktis davalarında görevli mahkeme idare mahkemeleri, doktorun sigorta şirketine açılacak malpraktis davalarında görevli mahkeme asliye ticaret mahkemeleridir.
Konunun teknik olmasından kaynaklı olarak bir avukattan destek almanız faydalı olacaktır.
Yargı Kararları
Yargıtay Kararı – HGK., E. 2017/669 K. 2020/346 T. 4.6.2020
Özel hastanelerde kural olarak hekim ile hasta arasında değil; hastane ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi vardır. Özel hastane ile hasta arasındaki sözleşme, Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş tipik bir sözleşme değildir. Özel hastaneye başvuran bir hasta veya kanuni temsilcisi ile yapılan ve özel hastane işleticisinin hem tıbbi hem de diğer mutad edimleri (oda, yiyecek, bakım vb otelcilik hizmetleri) yerine getirmeyi üstlendiği sözleşmeye hastaneye kabul sözleşmesi adı verilmektedir.
Hastaneye kabul sözleşmesinin kurulması için herhangi bir şekil şartına uyulması zorunluluğu bulunmamaktadır; hatta bu sözleşmenin zımni irade açıklaması ile kurulması dahi mümkündür.
Bu şekilde hastaneye (hasta) kabul sözleşmesi adı altında, birden fazla edimi içeren, karma yapıda ve nitelikte bir sözleşme ilişkisinin kurulması söz konusudur. Bu sözleşme, özel hastane sahibi/işleticisinin, ayrıca bir tedavi yükümünü üstlenmiş bulunup bulunmamasına göre, tam (bölünmemiş) ya da kısmî (bölünmüş) hastaneye kabul sözleşmesi görünümünde kurulmuş olabilir.
Özellikle, tam hastaneye kabul sözleşmelerinde, hastane işleticisinin hastaya karşı; hastalığın teşhis ve tedavisi için gerekli tıbbi hizmetlerin verilmesi edimi başta olmak üzere, hastane bakımının sağlanması, hastanenin organizasyonu ve işleyişini gerçekleştirme yükümleri asli edim yükümleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Hastaneye kabul sözleşmesi günümüzde gerek Alman ve İsviçre hukuklarında gerekse Türk hukukunda “karma sözleşme” olarak kabul edilmektedirler. Ancak uygulamada getirilen çözümlerde farklılıklar görülmektedir. Örneğin, Alman hukukunda kabul sözleşmesinin çeşidi ne olursa olsun, hizmet sözleşmesi hükümleri uygulanır. İsviçre hukukunda, hasta ile özel hastane arasındaki ilişki, aynen serbest çalışan bir hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişkide olduğu gibi, “vekâlet” olarak nitelenmektedir.
Türk hukukunda ise, hastaneye kabul sözleşmesinin, asıl edimini oluşturan tıbbi tedavi ediminin ait olduğu tip, yani vekâlet sözleşmesi hükümlerine tabi tutulması, ancak diğer yükümlülüklere ilişkin tipik sözleşme hükümlerinin de niteliklerine uygun düştüğü oranda kıyasen uygulanmasının amaca elverişli olacağı belirtilmiştir.
Hastane işleticisinin “hastane bakımı” kavramı içinde yer alan edimleri konusunda her hâl ve şart için geçerli olabilecek kesin bir sayma yapmak mümkün değildir.
Ancak, sözleşmede açıkça kararlaştırılmamış olsa bile hastanın sağlık durumu, hastalığın tipi ve ağırlığına göre dürüstlük ilkesinin zorunlu kıldığı bütün tedbirleri almak zorundadır. Aksi takdirde, gerekli testler yapılmadan hastalığın teşhisine gidilmesi, kan grubu tespitinde hata yapılması, cerrahi müdahalede kullanılan araç ve gereçlerin bozuk olması, ameliyatı takiben kullanılan kompresin gereğinden fazla sıcak olması ve yanıklara yol açması, ruh hastasının kontrol edilmemesi nedeniyle intiharı, yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmaması, bozuk yiyecek verilmesi yüzünden zehirlenmelere yol açılması, yeterli ısıtma yapılmadığı için hastalığın ağırlaşması veya yeni hastalığa sebebiyet verilmesi gibi hâllerde hastane işleticisi oluşan zararı tazmin etmek zorundadır.
Bunun dışında hastane yönetiminin somut organizasyon yükümlülükleri de bulunmaktadır. Öncelikle hekim dâhil bütün sağlık personelinin seçimi, denetlenmesi ve organizasyonuna ilişkin görevler, gereği gibi yerine getirilmelidir. Örneğin, bir görevin uzmanı olmayan bir kişiye verilmesi hâlinde organizasyon kusuru söz konusudur ve yönetimin tazminat sorumluluğu söz konusu olur.
Hasta, hastaneye kabul edilmekle hastane yetkililerinin himayesine girmiş olur ve haklı olarak kendisine mümkün olan en iyi tedavi ve bakım hizmetinin verilmesini ister. Hastane işletmecisinin “organizasyon yükümlülüğü” aslında onun hastanın şahsına göstermekle yükümlü olduğu özen borcunun bir görünüm tarzından ibarettir.
Hasta, hastaneye tam kabul sözleşmesinde, hastane bakım hizmetleri açısından sadece hastane işletmesini sorumlu tutabilmektedir. Sözleşmenin diğer tarafı olan hasta veya yasal temsilcisinin, özel hastanenin sunduğu tıbbi hizmete (bu hizmete bakım hizmeti de girmektedir) karşılık olarak daha önceden belirlenmiş belli bir miktar ücret ödemekle yükümlüdür. Ayrıca, hasta veya yasal temsilcisi, olanaklar ölçüsünde rahatsızlık ile ilgili belirtiler ve hastalığın seyri hakkında hastaneye bilgi ile beraber, varsa belgelerini de muayene sırasında hekime verilmesi gerekmektedir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, Borçlar Kanunu veya diğer kanunlarda düzenlenmeyen hastaneye kabul sözleşmesi kapsamında, davalı hastanenin sorumluluğu bakımından uygulanabilecek yasal hükümler incelendiğinde;
818 sayılı BK’nın 386. maddesine göre; “Vekâlet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler. Diğer akitler hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi, vekâlet hükümleri cari olur.”
BK’nın 390/2. maddesine göre de; “Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.” Bu hükümde geçen “İyi bir surette ifa” mehaza göre sadakat ve özen ile ifa anlamında kullanılmıştır (Yavuz, s. 598).
Diğer taraftan BK’nın 390/1 maddesinde yer alan “Vekilin mesuliyeti umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.” hükmü ile vekilin özen borcu genel olarak düzenlenmiştir. İşçinin mesuliyetine dair 321. madde “İhtimam mecburiyeti” başlığı altında işçinin özen borcuna ilişkin olarak “İşçi taahhüt ettiği şeyi ihtimam ile ifaya mecburdur.” hükmünü taşımaktadır.
Bu düzenlemeye göre vekilin özen borcu çerçevesinde, hedef tutulan sonucun başarılı olması için işlerin mutat cereyanına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması gerekir. Vekilin özen borcu, iş görürken yöneldiği sonucun olmaması değil bu sonuca erişmek için yaptığı faaliyetleri özenle yürütmesidir.
Özen borcunun yerine getirilmediğini ispat yükü, kural olarak, müvekkildedir. Müvekkil sadece başarılı bir sonucun gerçekleşmediğini ispatlayarak bu külfetini yerine getirmeyecektir. Ayrıca vekilin mesleğinin kurallarına uygun olmayan bir davranışta bulunduğu iddiasını işlerin normal akışına göre sonucun meydana gelmemesinde etken olduğunu ispatlaması gerekir.
Nitekim aynı ilke, Hukuk Genel Kurulunun 11.12.2002 tarih ve 2002/13-1011E. – 1047 K. sayılı kararının gerekçesinde de; “Gerçekten de, BK’nın 386/2. maddesi hükmü uyarınca, diğer iş görme sözleşmeleri hakkındaki yasal düzenlemelere tabi olmayan işlerde, vekâlet hükümleri geçerlidir. Somut olayda olduğu gibi, özel hastane ile hasta arasındaki uyuşmazlıkların vekâlet sözleşmesine ilişkin hukuksal düzenlemelere göre çözülmesi gerektiği konusunda, öğreti ve Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulaması arasında paralellik bulunmaktadır. ” denilmek suretiyle benimsenmiş, 23.06.2004 tarihli, 2004/291 E., 2004/370 K. sayılı kararda da hastanelerin hastalara karşı sorumluluklarına ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacılar murisi …’ın 2007 yılı Şubat ayında kalp krizi geçirdiği, Haziran ayında davalı hastanede stent takıldığı, bu operasyonun hemen öncesinde anemi sorunu nedeniyle davalı hastane bünyesindeki kan merkezinden iki ünite kan verilen müteveffanın taburcu olduktan yaklaşık üç ay sonra eklem ağrıları, bulantı, hâlsizlik şikâyeti ve sarılık belirtilerinin oluşması nedeniyle hastaneye başvurduğu, yapılan tetkiklerde müteveffada Hepatit-B virüsünün tespit edildiği ve müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybettiği, ölüm nedeninin dosyadaki Ali Tıp Kurumu raporunda Hepatit-B virüsüne bağlı olarak gelişen fulminar hepatit ve karaciğer yetmezliği olarak mütalaa edildiği çekişmesizdir.
Özel Daire ve Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık söz konusu hastalığa bağlı ölümün davalı hastaneden temin edilen kan nedeniyle gerçekleştiğinin ve bu nedenle davalının sorumlu olduğunun kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Mütevaffanın Hepatit-B virüsü yüzünden rahatsızlandığının anlaşılması üzerine, nakledilen kanların vericileri yeniden ve daha ileri seviyeli testlerden geçirilmiş, bu kez vericilerden birinde düşük değerde olmakla birlikte virüsün varlığı tespit edilmiştir.
Mahkemece yapılan bilirkişi incelemesinde bilirkişi heyeti üyelerinden iç hastalıkları ana bilim dalı başkanınca verilen mütalaada, donörde bulunan değerin düşük bir titre olmakla birlikte verilen kanın bulaşıcılığı olduğunu gösteren bir bulguyu ifade ettiği, tek seferlik malzemelerin tercih edilmesi nedeniyle hastalığın hastanede kullanılan malzemelerden bulaşmasının mümkün görülmediği, virüsün cinsel ilişki, berber malzemeleri, uyuşturucu kullanımı gibi yollarla da bulaşabileceği ancak hastanın seksen dört yaşında bir kadın olduğu gözetildiğinde bu ihtimâllerin olası görülmediği, hastanın hepatit tablosuna, kuvvetle muhtemelen, verilen bulaşıcılık taşıyan kanın sebep olduğu ifade edilmiştir.
Yine aynı raporda Sağlık Bakanlığının kan nakline ilişkin yönetmeliğinde zorunlu tutulmamakla beraber hepatit hastalığının daha ileri tetkiklerle tespitinin mümkün olduğu da açıklanmıştır.
Yukarıda ayrıntıları ile açıklandığı üzere yaşam ve buna bağlı olarak sağlık hakkı en temel haklardan olup mevzuatımızda da koruma altına alınmıştır. Bireyin kendisini veya yakınlarını emanet ettiği kişilerden azami özen ve dikkati göstermesini beklemesi çok doğal olduğu gibi hasta ile doktor yahut hastane arasındaki ilişkide yerleşik içtihatlarla uygulanması gerektiği kabul edilen vekâlet sözleşmelerinin temeli de aynı özen borcuna dayanır. Vekâlet sözleşmelerinde kural, genel ispat kurallarına paralel olarak, vekilin işleminden zarar görüldüğünün iddia edilmesi hâlinde bu iddianın vekil eden tarafından ispatlanmasıdır.
Ne var ki somut olayda davacılar murisine verilen kanda, tek başına hasta etmeye yeterli olup olmayacağı konusunda tıbben kesin yargıya varılamayacağı mütalaa edilmekle birlikte, Hepatit B virüsünün mevcut olduğu ve ölümün bu hastalık nedeniyle ortaya çıkan tablo sonucunda gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Davalı hastanenin kendi kan deposunu kullanırken donörlerin bağışladığı kanlarla ilgili olarak Sağlık Bakanlığınca yapılması gerekli görülen testleri yaptığı ve sonuçlar kanın taşıyıcı olmadığı yönünde çıkmış ise de alınan bilirkişi raporundan teknolojik olarak çok daha az yanılma payı olan ileri tetkiklerle virüsün tespitinin mümkün olduğu açıktır. Nitekim müteveffada ortaya çıkan durum üzerine yeniden yapılan incelemede bu testler sayesinde donörün virüs taşıdığı tespit edilmiştir.
Yasal prosedüre uygun şekilde kurulup işletilen ve denetim mekanizması dâhilinde çalışarak veri bağışı ve nakli sağlayan kan merkezlerinden temin edebilecekken, hastaya daha hızlı müdahale edilebilmesi gayesiyle dahi olsa, kendisinin oluşturduğu sistemden kan temin eden davalı hastanenin azami seviye özen ve dikkati göstermesi gerekir. Verilen kanda ölüme sebep olan hastalığa ilişkin bulaşıklık bulunduğu ortadayken artık hastalığın bu kandan değil, başka bir suretle bulaştığını davalı hastane ispat etmelidir. Ne var ki dosya kapsamı itibariyle bu husus ispat edilememiştir. Hâl böyle olunca mahkemece illiyet bağının tam olarak tespitinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davalı hastane yönünden asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulmasını gerektirir. (HGK-Karar:2020/346).
Danıştay Kararı – 15. D., E. 2013/4509 K. 2015/1398 T. 11.3.2015
Özeti: İdare Mahkemesince, esas itibariyle adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere kurulan Adli Tıp Genel Kurulu nezdinde, davacılar yakının tedavisinin tıbbi kurallara uygun olarak yapılıp yapılmadığını irdeleyecek şekilde bir inceleme yaptırılması, bunun sonucunda olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının yeniden belirlenmesi gerekirken, uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen kararda hukuka uygunluk bulunmadığı hakkında.
İstemin Özeti : Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi’nin 31/05/2012 tarih ve E:2006/1892; K:2012/1062 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : K1
Düşüncesi : Bilirkişi raporunun uyuşmazlığın çözümünde yeterli olmaması nedeniyle, eksik incelemeye dayalı olarak verilen Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay On beşinci Dairesi’nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava, davacılardan …’ın Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde gördüğü tedavi sonrası vücudunun alt ekstremte fonksiyonların zarar görmesi olayında davalı idarenin sunduğu sağlık hizmetini kusurlu işlettiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen zararlara karşılık toplam 300.000-TL maddi ve 130.000-TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi’ce; Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan rapor esas alınmak suretiyle, uygulanan teşhis ve tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, olayda davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığının anlaşıldığı dolayısıyla, davacıların maddi ve manevi tazminat istemlerinin karşılanmasına hukuken imkan bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafça, usul ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdare hukuku ilkeleri ve Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararın tazmini, idarenin hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacılardan …’ın rahatsızlığı nedeniyle başvurduğu Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde Nöroşirurji uzmanı hekim olan … tarafından Beyin Cerrahi Servisine yatırıldığı, adı geçene tethered cord sendromu ve Lipomeningomyelosel teşhisi konularak omurilik bölgesinde fazla yağ bulunduğundan bahisle 24.04.2002 tarihinde yatışını yapan hekim tarafından ameliyat edildiği, 01.05.2002 tarihinde hastanın iyileşmesinin zaman alacağı söylenerek taburcu edildiği, aradan geçen zaman süresince adı geçenin iyileşmemesi üzerine Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldığı, burada yapılan tedavi sonrasında 2002 yılında yapılan ameliyatta yağ dokusu ile birlikle sinirlerinin de alınmış olması nedeniyle iyileşme ihtimalinin bulunmadığının belirtildiği ileri sürülerek, uğranıldığı iddia edilen zararların tazmini istemiyle 16.05.2006 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, başvurunun 17.07.2006 tarihli cevabi yazı ile reddedilmesi üzerine de bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İdare Mahkemesi’ne sunulan Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu’nun 25.03.2012 gün ve ….-2010/17635-2597 sayılı ve 2961 karar no’lu Raporunda davacının hastalık ve tadavisine ait gelişim süreci anlatıldıktan sonra özetle; “… …’ın Lipomeningomyelosel ve tethered cord tanısı ile Nöroşirurji Uzmanı Dr. … tarafından Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde 19.04.2002 tarihinde yatışının yapılarak ameliyata alındığı, kısmi lipom rezeksiyonu, laminektomi ve spinal kordun serbestleştirme ameliyatı yapıldığı, tıbbı kayıtlar ve mağdur yakınlarının ifadeleri dikkate alındığında, hastanın alt ekstremite fonksiyonlarının ameliyat sonrası olumsuz şekilde gerilediğinin anlaşıldığı, bu tip ameliyatlardan sonra az da olsa bu tür komplikasyonların görülebileceği dolayısıyla Nöroşirürji Uzmanı Dr. …’un eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu” şeklinde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta, İdare Mahkemesince, davacının tedavisinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu nezdinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış olmakla birlikte; bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan raporun uyuşmazlığın çözümünde yeterli olmadığı, bu nedenle olayda hizmet kusuru bulunup bulunmadığının net olarak ortaya konulamadığı görülmektedir. Ancak, uyuşmazlığın çözümünde eksik bırakılan hususları tespite geçmeden önce bir takım kavramların açıklanması gerekmektedir.
Hatalı Tıbbi Uygulama (Malpraktis) ; Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 13. maddesinde, tıbbi hata tanımlanmaktadır. Tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi uygulama hatası (malpraktis) olarak anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hastanın tanı ve tedavisi sırasında standart uygulamanın yapılmaması, bilgi ve beceri eksikliği, hastaya uygun tedavi uygulanmaması; tıbbi hata olarak tanımlanabilir.
Bu noktada hatalı tıbbi uygulama sonucu doğacak sorumluluk ” kusura dayalı genel sorumluluk”tur. Hekimin hukuksal sorumluluğu bakımından ölçü; tecrübeli bir uzman hekim standardıdır. Hekim, objektif olarak olayların normal gelişimine ve subjektif olarak da kendi kişisel tecrübesine, kişisel yeteneğine, bireysel mesleki bilgisine, eğitiminin nitelik ve derecesine göre, hastanın sağlığında bir zarar gelmesini önceden görebilecek durumda olmalıdır.
Bu halde karşımıza özen yükümlülüğü çıkmaktadır. Hekimin özen yükümlülüğünün ihlali, üç alanda yoğunlaşmaktadır; birincisi, hastanın tedavisinde yani teşhis, endikasyon, tıbbi tedbirin seçimi, bu tedbirin uygulanması, tedavi yahut cerrahi girişim sonrası bakım alanındadır. İkincisi, hastanın aydınlatılması ve anamnez alınmasıdır. Üçüncüsü, klinik organizasyonu alanında (personelin niteliği, yeterli sayıda personel bulundurulması, hekimlerin birbiriyle işbirliği (Konsültasyon)dir. Bu üç alandaki kusuru, sırasıyla uygulama kusuru(tedavide hata), aydınlatma kusuru ve organizasyon kusuru olarak değerlendirmek mümkündür. Bu üç kusura “Tıbbi Uygulama Hatası” (Malpraktis) adı verilmektedir.
Bu noktada tıbbi standart kavramına açıklık getirilmelidir. Tıbbi standart kavramı ile, tıp ilminin genel olarak tanınıp kabul edilmiş meslek kuralları kastedilmektedir. Tıbbi standart ihlali değişik şekillerde gerçekleşebilir; teşhis, tedavi (endikasyon eksikliği, yanlış tedavi yönteminin seçimi) ve müdahale sonrası bakım yönetimi bunlardan bazılarıdır.
Komplikasyon;
Komplikasyon ise, tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur; ancak bunun bilgi ve beceri eksikliği sonucu olmaması gerekir. Bu tanıma göre, hekimin tıbben kabul ettiği normal risk ve sapmalar çerçevesinde davranarak gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen ortaya çıkan istenmeyen sonuçlardan yasal olarak sorumlu olmayacağı belirtilmektedir.
Hasta tıbbi uygulama sırasında ve sonrasında kusur olmadan da oluşabilecek istenmeyen sonuçları, komplikasyonları bilirse ve uygulamaya onay verirse tıbbi müdahale hukuka uygun olur. Hastada oluşan zararlı sonuç öngörülemiyor ve önlenemiyorsa veya öngörülebilse bile (hastanın yeterince aydınlatılmış, onayı alınmış olması ve uygulamada kusur olmaması şartı ile) önlenemiyorsa bu durumun komplikasyon olarak kabulü gerekmektedir.
Yine bu noktada, tıbbi standartlardan sapılmaması, mesleki tecrübe kurallarına riayet edilmiş olması gereklidir. Yine meydana gelen komplikasyon sonrası süreçte de uygulanan teşhis ve tedavinin de tıp kurallarına uygun olması gerekmektedir. Bu noktada komplikasyon sonrası yönetim süreci de hizmet kusurunun varlığını tespit etme adına önem arz etmektedir.
Konsültasyon;
Hastanın tanı, tedavi ve takibi için sorumlu hekimin gerekli gördüğünde diğer uzmanlık dalları ile görüş alışverişinde bulunmasıdır.
Yine Türk Tabipler Birliği’nin 02.01.2009 tarihli Bildirgesi’nde, Konsültasyon ile ilgili yapılan açıklama şöyledir: Bilimsel bilginin gelişmesine paralel olarak günümüzde uzmanlık alanlarının sayısı giderek artmaktadır. Bu nedenle bir vakaya bütüncül yaklaşabilmek için, birden fazla tıp alanının birlikte çalışması kaçınılmaz olmuştur.
İsabetli bir tanı ve tedavi amacıyla günümüzde her uzmanlık alanındaki hekim, mesleğini uygularken diğer alanların bilgi ve teknik desteğine de gereksinim duymaktadır. Hekimin hasta merkezde olmak üzere, farklı bir alanda çalışan hekimlerden bilimsel ve teknik açıdan aldığı yardım ya da danışmanlık, konsültasyon ya da danışım olarak adlandırılmaktadır.
Dosya kapsamında uyuşmazlığın çözümünde eksikliği tespit edilen hususlar şöyledir;
1 – 24.04.2002 tarihinde ” Spinal Kord’un Serbestleştirilmesi ” yapılmak üzere opere edildiği ve ameliyat sonrası gözlemlerin ardından 01.05.2002 tarihinde taburcu edildiği anlaşılan ancak şikayetleri geçmediği anlaşılan hastanın ameliyat notları, epikriz raporları ve klinik tablosu bir arada değerlendirildiğinde, vaktinden önce taburcu edilip edilmediği, taburcu edilmesinde ihmal bulunup bulunmadığı, hastada oluştuğu belirtilen idrar kaçırma problemine ameliyatla sebebiyet verilip verilmediği, ameliyattaki uygulamaların tıbbi standartlarla bağdaşıp bağdaşmadığı hastanın yaşı, öyküsü ve laboratuar, röntgen, gözlem ve muayene bulguları bir arada değerlendirilerek doyurucu şekilde irdelenmemiş ve açıklanmamıştır.
2 – Mahkemeye sunulan Adli Tıp Raporunda; ” …hastanın alt ekstremite fonksiyonlarının ameliyat sonrası olumsuz şekilde gerilediğinin anlaşıldığı, bu tip ameliyatlardan sonra az da olsa bu tür komplikasyonların görülebileceği dolayısıyla Nöroşirürji Uzmanı Dr. …’un eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu ” ifade edilmiştir.
Bu noktada oluşan durum bir komplikasyon olarak ifade edilmiş olsa da aslolan olası komplikasyonların önüne geçme adına ameliyatın tıbbi standartlara uygun yapılıp yapılmadığının incelenmesidir. Durum böyle olunca yukarıda açıklaması yapılan komplikasyon – kusur ayrımı noktasında hastada meydana gelen fonksiyon bozukluğuna hastanın opere edilmesi esnasında sebebiyet verilip verilmediği, bu noktada eksik ya da yanlış bir uygulama olup olmadığı, yahut hekimin bilgisizlik veya tecrübesizlik ile bu duruma neden olup olmayacağı tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek yeniden irdelenmelidir.
3 – Olayla ilgili, ameliyatı gerçekleştiren doktorun Adli Tıp Raporu içeriğinde mevcut bulunan yazılı ifadesi incelendiğinde; ” … Kliniğe yatışı esnasında topuk yarası ve ayak deformitesi yönünden ortopediye danışılması, haftasonu ve 23 Nisan tatili nedeniyle değerlendirme ancak postop(ameliyat sonrası) 1. Günde yapılabilmiştir. Konsülte edilen hususlar hakkında ortopedi uzmanınca hasta yakınlarına anlatılmıştır. Beyin cerrahi girişiminden sonra ortopediye götürülmesi gereken hastanın götürülmediği sonradan anlaşılmıştır. ” denilmektedir.
Bu durumda ameliyat tarihinin 24.04.2002 olduğu dikkate alındığında konsültasyon eksikliğinin yahut bu hususta bir gecikmenin var olup olmadığı, bu durumun teşhis ve tedavide gecikmeye sebebiyet verip vermediği, yine bu durumun tıp kurallarına uygun olup olmadığı, böyle bir uygulamanın yukarıda açıklaması yapılan ” konsültasyon ” kavramıyla ve tıbbi standartlarla bağdaşıp bağdaşmayacağı irdelenmemiştir.
4 – Yine ameliyatı gerçekleştiren doktor tarafından talep edilen ve ortopedi uzmanı hekim tarafından yerine getirilen konsültasyon istemine ilişkin 25.04.2002 belge incelendiğinde; ” … tedavisi bitince ortopediye sevki uygundur. ” notunun düşüldüğü anlaşılmaktadır.
Davacı tarafça hastalarının ortopediye sevk edilmediği ileri sürülmektedir. Ameliyatı gerçekleştiren doktor ise verdiği ifadede bu hususu şöyle açıklamıştır; … ” Beyin cerrahi girişiminden sonra ortopediye götürülmesi gereken hastanın götürülmediği sonradan anlaşılmıştır. ” denilmektedir. Bu durumda hastanın ortopedi servisine sevkinde ihmal var ise bu sorumluluğun kimde olduğu, söz konusu durumun bir organizasyon eksikliği olup olmadığı ve bu hususun tedavide aksamaya yol açıp açmadığı açıklanmamıştır.
5 – Olayla ilgili başlatılan inceleme neticesinde düzenlenen 20.06.2006 tarihli raporda özetle; ” … Ameliyat sonrası oluştuğu ileri sürülen problemlerin ameliyat öncesi de var olduğu, ameliyat sonrası belirgin değişiklik göstermediği kanaati hasıl olmuştur. ” denilmektedir.
Bu durumun doğru olduğu kabul edildiğinde ” konsültasyon” kavramının yukarıda yer verilen açıklamaları dikkate alındığında idrar tutamama ve alt ekstremite problemi var olduğu düşünlen bir hasta için üroloji ve çocuk cerrahi konsültasyonunun gerekip gerekmediği, gerekli ise yapılmamasının teşhis ve tedavide eksiklik oluşturup oluşturmadığı irdelenmemiştir.
6 – Yine ameliyatı gerçekleştiren hekimin ifadesi incelendiğinde; ” … Hastada mevcut spinal cord doğuştan anomalisini ve ona bağlı mesane sfınkter kusurunu gösteren dolu ve gergin mesane görünümü şeklinde patolojiyi göstermek açısından 9 Ocak 2001’de DÜTF / Radyoloji bölümünde çekilen lomber spinal MRI yeterli geldiğinden onunla yetinilmiştir. ” denilmektedir.
Bu durumda ameliyatın 24.04.2002 tarihinde yapıldığı dikkate alındığında yaklaşık 9 ay önce çekildiği anlaşılan 09.01.2001 tarihli MRI sonucuna göre girişimde bulunulmasının tıp kuralları ve tıbbi standartlarla bağdaşıp bağdaşmadığı, bu hususun meslekte bilgisizlik yahut acemilikten kaynaklanıp kaynaklanmadığı, hastanın içinde bulunduğu klinik tablo dikkate alınarak irdelenmemiştir.
7 – Mahkeme’ye sunulan ve Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunca hazırlanan 25.3.2012 gün ve ….-2010/17635-2597 sayılı ve 2961 karar no’lu Raporun heyet oluşumu incelendiğinde; 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 7. Maddesine aykırılık tespit edilmiştir. Nitekim anılan Kanun’un 7. maddesine göre; 3. İhtisas Kurulu’nun bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile birer Ortopedi ve Travmatoloji, Genel Cerrahi, Nöroloji, İç Hastalıkları, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Hastalıkları, Enfeksiyon Hastalıkları uzmanından oluşacağı belirlenmiştir.
Mahkeme’ye sunulan raporda ise 1 adli tıp uzmanı üyenin yer aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuz olduğundan dava konusu olayı çözümleme adına bilirkişi heyetinde ilgisi bakımından üroloji ve çocuk cerrahisi uzmanının bulunmaması da diğer önemli bir eksiklik olarak tespit edilmiştir.
8 – İdare Mahkemesi’ne sunulan Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu Raporu’nun sonuç kısmında; ” … Nöroşirurji Uzmanı Dr. …’un eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu … ” ifade edilmiştir. Görüldüğü üzere sunulan raporda, sunulan sağlık hizmetinin tıp kurallarına uygunluğu hekim uygulamaları bazında incelenmiş ve değerlendirilmiştir.
Oysa ki, İdarenin araç/gereç/cihaz eksikliği, teşkilatı yetersiz kurması yahut tıbbi ameliyedeki organizasyon eksikliği nedeniyle tedavide aksamaya yol açması da bir tür hata olarak nitelendirilmekte, İdarenin sunduğu sağlık hizmetinin gereği gibi işlememesini ifade etmektedir. Bu durumda tıbbi ameliye kapsamında dahil edilemeyecek bir takım bakım, gözetim ve diğer yan yükümlülüklerin hiç veya gereği gibi yapılmaması nedeniyle oluşacak zararlarda, İdarenin sorumluluğundan söz edilebilecektir.
Durum böyle olunca Adli Tıp 3. İhtisas Dairesi tarafından hazırlanan raporda, açıklanan hususların dikkate alınmayarak İdarenin kusurlu olup olmadığı noktasında ayrıca bir inceleme yapılmaması diğer bir eksikliktir.
9 – Tüm bu tespit edilen hususlar yanında gerek dava dilekçesi, gerekse adli Tıp Kurumu nezdinde yaptırılan bilirkişi raporuna karşı sunulan itiraz dilekçesi, hekimin olay hakkındaki ifadesi, olayla ilgili hazırlanan idari inceleme raporları ve resen tespit edilecek hususlar yanında davacılar yakının hastaneye ilk başvurusundan itibaren geçen süreçte, uygulan teşhis, tedavi, gözlem ve diğer birimlere(ortopedi) sevkin kabul edilebilir bir metot kullanılarak icra edilip edilmediği, böylesi bir ameliyatta uygun görülen tecrübe kuralları da göz önüne alınarak, olayda hekim yahut idare kaynaklı hatalar olup olmadığı incelenmeli ve konunun uzmanı hekim bilirkişilerin katılımı ile hazırlanmış gerekçeli yeni bir rapor alınmalıdır.
Yukarıda yer verilen açıklama ve tespit edilen hususlar bağlamında düzenlenecek yeni raporda, sorulara verilen cevapların şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, anlaşılır ve doyurucu nitelikte ve hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmemektedir.
2569 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 1. maddesinde, Adli Tıp Kurumunun, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı olarak kurulduğu; Yasanın 2. maddesinde, Kurumun mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen Adli Tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
Bu itibarla; İdare Mahkemesince, esas itibariyle adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere kurulan Adli Tıp Genel Kurulu nezdinde, davacılar yakının tedavisinin tıbbi kurallara uygun olarak yapılıp yapılmadığını irdeleyecek şekilde bir inceleme yaptırılması, bunun sonucunda olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının yeniden belirlenmesi gerekirken, uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacı tarafın temyiz isteminin kabulü ile Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi’nin 31/05/2012 tarih ve E:2006/1892; K:2012/1062 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/03/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Konunun teknik olmasından kaynaklı olarak bir avukattan destek almanız faydalı olacaktır.
Ayrıntılı bilgi ve Danışmanlık için bizimle iletişime geçebilirsiniz.