DEPREM SONRASI HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK
![DEPREM SONRASI HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK](https://mdmhukuk.com/wp-content/uploads/2023/02/DEPREM-SONRASI-HUKUKI-VE-CEZAI-SORUMLULUK-1200x480.jpg)
Makale Başlıkları
DEPREM SONRASI HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK
Deprem sonrasında, hukuki ve cezai sorumluluklar birçok farklı alanda ortaya çıkabilir. Bu sorumluluklar, deprem sonucunda ortaya çıkan zararları telafi etmek, önlemek ve benzeri amaçlarla oluşabilir.
Hukuki sorumluluklar, özellikle bina sahipleri, müteahhitler, devlet yetkilileri ve sigorta şirketleri gibi kişi veya kurumlar üzerinde yoğunlaşır. Deprem sonucunda hasar gören binaların inşaatı ve bakımı ile ilgili sorumluluklar, müteahhit ve bina sahiplerine aittir. Bunun yanı sıra, deprem sonucunda zarar gören kişilerin tazminat taleplerini karşılamak da bina sahiplerinin ve sigorta şirketlerinin sorumluluğundadır.
Ceza sorumlulukları ise özellikle deprem sonrasında yapılan hatalı uygulamalar, ihmaller veya kusurlar nedeniyle ortaya çıkabilir. Örneğin, bina sahipleri veya müteahhitlerin inşaatlarda güvenlik önlemlerini almadıkları, yeterli dayanıklılık testleri yapmadıkları veya yapı denetimlerini aksattıkları durumlarda ceza sorumluluğu doğabilir.
Yazımızda;
- Depremde İdarenin Sorumluluğu,
- Depremde Yaralananlar İçin İş Gücü Kaybının Tazmini,
- Deprem Nedeniyle Destekten Yoksun Kalma Ve Maddi-Manevi Tazminat,
- DASK’ın Hukuki Sorumluluğu,
- Depremde Müteahhidin Hukuki Sorumluluğu,
- Proje Sorumlusu İnşaat Mühendisinin Hukuki Sorumluluğu,
- Yapı Maliki, İşleten Ve Müteahhitin Cezai Sorumluluğu,
- Deprem Sonrası Binaların Yapılandırılması Ve Güçlendirmesi Gerekliliği,
- Basit Taksir Ve Bilinçli Taksirle Öldürme/Yaralama Suçları Ve Cezaları,
- Devletin Etkin Soruşturma Yapmaması Durumunda Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine Dair;
- kısımlar ele alınmış olup her biri hakkında yüksek yargı içtihatlarından örnek koyularak açıklamalar yapılmıştır.
DEPREM SONRASI HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK
Depremde bazı bina ve yapıların yıkılması ya da ağır hasar alması söz konusu olabilir, buna bağlı yaralanma veya ölüm olayları meydana gelebilir.
Deprem esasen mücbir sebeptir. Kısa tanımla bir şahsın sorumluluğun bulunmasının önüne geçebilecek engellenemez olaydır.
Ancak deprem kuşağı bir ülkede yaşadığımız ve Gölcük depremi, Van depremi, Erzincan depremi, Kahramanmaraş depremi vb. birçok depremle acı tecrübeler yaşamış bir ülke olduğumuz düşünüldüğünde depremin her durumda mücbir sebep olarak görülemeyeceği ortadadır.
Özellikle idare depremin mücbir sebep olduğu gerekçesine dayanamayacaktır.
DEPREM SONRASINDA İKİ FARKLI SORUMLULUK GÜNDEME GELECEKTİR:
CEZA SORUMLULUĞU;
Cezai sorumluluk altına girebilecek şahıslar:
- Proje ve inşaat sorumlusu
- Yapı malikleri
- Otel vb. işletenler
- Yapımda görev alan mühendisler
- Müteahhit
- Yapının denetiminde sorumlu devlet memurları
İşlenen suç:
- Basit taksirle adam öldürme/yaralama
- Bilinçli taksirle adam öldürme/ yaralama
HUKUK SORUMLULUĞU;
Hukuki sorumluluk türü: müteselsil sorumluluktur.
Kanuni hükümler: Haksız Fiil Sorumluluğu, Yapı malikinin sorumluluğu
Deprem Sonrası Sorumlu Tutulabilecek Şahıslar:
- Yapı Maliki
- Zorunlu Deprem Sigorta şirketi
- DASK
- İdare
- Konutun ipotekli olduğu banka(DASK teminat süresinin bitmesini bildirmediğinde)
- Kiraya Veren(ağır hasarlı yıkılma tehlikesi olan binanın kiracıya bildirilmeden kiraya verilmesi)
Deprem Sonrası Sorumlulardan Talep Edilebilecek Zararlar:
- Haksız fiile bağlı maddi-manevi tazminat
- Destekten yoksun kalma tazminatı
- Cenaze giderleri vb.
Yapı Malikinin Sorumluluğu Deprem
Yapı malikleri, deprem riski yüksek olan bir ülkede yaşayanlar için büyük bir sorumluluk taşır. Deprem, yapıların güvenliği ve dayanıklılığı açısından önemli bir faktördür. Türkiye gibi deprem riski yüksek olan bir ülkede, yapı maliklerinin aşağıdaki konulara dikkat etmeleri önemlidir:
- Yapı İnşası: Yapı malikleri, yapı inşa ederken binaların güvenlik standartlarına uygun şekilde inşa edilmesinden sorumludur. Yerel yönetmeliklere uygun olarak yapılacak olan inşaatlar, depreme dayanıklı olmalıdır. Yapı malikleri, mühendislik hesaplamalarını ve yapısal önlemleri doğru bir şekilde gerçekleştirerek binaların depreme karşı dayanıklı olmasını sağlamalıdır.
- Periyodik Kontroller: Yapı malikleri, mevcut binaların periyodik olarak kontrollerini sağlamalı ve gerekli bakım ve onarımları yapmalıdır. Depremden etkilenebilecek yapısal zayıflıkların tespit edilmesi ve düzeltilmesi, binaların güvenliği açısından önemlidir. Bu nedenle, düzenli olarak yapılan kontroller ve gerekli güçlendirme çalışmaları, yapıların depreme karşı dayanıklılığını artırır.
- Bilinçli Davranış: Yapı malikleri, deprem riskinin farkında olmalı ve gerektiğinde önlemler almalıdır. Deprem sırasında doğru davranışların bilincinde olmak, hem yapı maliklerinin hem de binada yaşayan kişilerin güvenliğini sağlar. Yangın söndürme cihazlarının düzenli olarak kontrol edilmesi ve acil durum planlarının oluşturulması da önemlidir.
Yapı malikleri, deprem riskinin olduğu bir ülkede yaşayanlar için büyük bir sorumluluk taşır. Güvenli yapı inşası, düzenli kontroller ve bilinçli davranışlar, deprem riskine karşı korunmanın temel unsurlarıdır. Yapı malikleri, hukuki ve etik sorumluluklarını yerine getirerek, toplumun güvenliğine katkıda bulunurlar.
Deprem Müteahhit Sorumluluğu Kapsam
Depremler, Türkiye dahil olmak üzere dünya genelinde en ölümcül ve yıkıcı doğal afetler arasında yer alır. Bu nedenle, yapıların depreme dayanıklı bir şekilde inşa edilmesi büyük önem taşır. Bu süreçte, müteahhitlerin taşıdığı sorumluluklar oldukça kritiktir. Bu yazıda, deprem durumunda müteahhitlerin sorumluluklarını ve bu sorumlulukların ne anlama geldiğini detaylı bir şekilde ele alacağız.
Müteahhitlerin ana sorumluluğu, inşa ettikleri yapıların sismik aktivitelere karşı güvenli olmasını sağlamaktır. Bu, binaların depreme dayanıklı standartlara göre tasarlanması ve inşa edilmesi gerektiği anlamına gelir. Türkiye’deki bu standartlar, Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği’nde belirlenmiştir ve bu yönetmelik, müteahhitlere ve diğer yapı profesyonellerine, depreme dayanıklı yapılar inşa etme konusunda belirli kurallar ve gereklilikler getirir.
Eğer bir müteahhit, bu gerekliliklere uygun bir şekilde hareket etmez ve bir deprem durumunda binanın yıkılmasına veya hasar görmesine yol açarsa, hukuki ve finansal sorumlulukları olabilir. Bu sorumluluklar, bina sahiplerine ve diğer zarar gören taraflara karşı tazminat ödemeyi içerebilir.
Öte yandan, bir müteahhit, inşa sürecinde gerekliliklere uygun hareket etse bile, doğal bir afetin sonuçlarından tamamen kaçınmak her zaman mümkün olmayabilir. Bu durumda, müteahhitin sorumluluğu genellikle mahkemeler veya diğer hukuki mekanizmalar tarafından belirlenir.
DEPREMDE İDARENİN SORUMLULUĞU
Deprem toplum hayatını derinden etkileyen doğal afetlerden biridir. “Deprem” literatürde mücbir sebebe verilen klasik örneklerin başında yer almaktadır.
Mücbir sebep, idari faaliyetlerin dışında cereyan eden, önceden tahmin edilmesi ve karşı konulması imkansız olan olaylardır.
Mücbir sebep söz konusu olduğunda idarenin hem hizmet kusuruna dayalı sorumluluğu hem de kusursuz sorumluluğu ortadan kalkar.
Kusurlu sorumluluğun ve kusursuz sorumluluğun ortadan kalkmasının nedeni mücbir sebep olarak nitelendirilen olayın idarenin eylem ve işlemlerinden kaynaklanmamasıdır. İdarenin teknik imkan ve kabiliyetleri ne kadar güçlü ise sorumluluğu da o kadar yüksektir.
Günümüzün modern dünyasında idare ciddi maddi ve teknolojik imkanlara, yetişmiş uzman elemana, istatistiki bilgilere vs. sahiptir. Bu unsurlar “öngörülemezlik” ve “önlenemezlik” ilkelerinin kapsamını daraltmaktadır.
Depremin bir mücbir sebep midir? Bu soruya net bir şekilde “evet” ya da “hayır” demek doğru olmasa gerektir. Bir olayın her zaman her yerde mücbir sebep olarak kabul edilmesi mümkün olmayabilir. Bir başka ifadeyle bir olay bir yerde mücbir sebep sayılırken bir başka yerde sayılmayabilir.
Mesela depremlerin sık sık olduğu bir yerde deprem ya da aşırı yağış alan bir bölgede yaşanacak sel felaketi mücbir sebep sayılmayabilecektir. Mücbir sebep uygulamasının kapsamının günümüzde giderek daraldığı söylenebilir.
İdarenin güçlülüğü ile sorumluluğu doğru orantılıdır. Bir başka ifadeyle idare gücü oranında sorumludur. Günümüzde genellikle idarenin elinde her türlü maddi güç, teknolojik imkan, uzman eleman, istatistiki veriler, bilgiler vs. bulunmaktadır. Bu anlamda bir olayın “öngörülememe” ihtimali oldukça azalmıştır.
Mesela idarenin elinde ülkede meydana gelmiş depremlerin istatistiki verileri vardır. Bu verilerden yola çıkılarak nerelerde tekrar depremin olabileceğinin öngörülmesi mümkündür.
Fakat günümüz itibariyle idarenin elindeki teknolojik ve diğer imkanlara rağmen henüz depremin önlenebilmesi ise mümkün değildir. Ancak idarenin, teknik ve mali imkanları ölçüsünde, alacağı tedbirlerle doğabilecek zararları azaltması mümkündür.
Tekrar etmek gerekirse “öngörülememe” ve “önlenememe” unsurları idarenin teknik ve mali gücüyle doğrudan alakalıdır. Bu anlamda idareden teknik ve mali gücünün sınırlarını aşan bir çalışma ya da kamu hizmeti beklenmemelidir.
İdarece gerekli önlemlerin alınmasıyla zararın minimuma indirilmesi mümkündür. Aksi takdirde idarenin hizmet kusuru nedeniyle sorumluluğuna gidilebilecektir.
Danıştay bu konuda aynı yöndeki kararlarından birinde şöyle demektedir:
“Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yolaçan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir.
Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı,
imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği,
afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada,
yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi,
afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği,
denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır.
Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin “olumsuz eylem” olarak kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, uğranıldığı ileri sürülen zarar idarenin “olumsuz eyleminden” kaynaklandığından Mahkemece 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesi uyarınca davanın süresi içerisinde açılıp açılmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekirken davanın süreaşımı nedeniyle reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir”. D.6.D., Karar Tarihi: 12.04.2004, E. 2004/1477, K. 2004/2115.
Ayrıca idarenin mevzuatın gereklerini yerine getirmiş olmak kaydıyla sorumluluktan kurtulması mümkündür. Mesela, deprem bölgelerinde binaların nasıl yapılacağı bir yönetmelikle belirlenmiştir. Bu yönetmeliğin uygulanmasından belediye ve mülki idare amirleri sorumludur.
Kendi sorumluluk bölgelerinde yapılan binalarda, yönetmelikte öngörülen denetim ve kontrolleri eksiksiz yaptıkları takdirde anılan makamlar, olası depremlerde meydana gelebilecek zararlardan sorumlu olmayacaklardır. Bunun aksini düşünmek mümkün değildir.
Zira idarenin görev, yetki ve sorumlulukları mevzuatta belirlenmiştir. İdare, ancak mevzuatta verilen görev ve yetkileri kullanabilir. İdarenin, mevzuatın gereklerini yerine getirmiş olduğu takdirde herhangi bir sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.
Kamu hizmetleri yürütülürken idarenin bazı eylem ve işlemleri nedeniyle kişilerin maddi ve manevi zarara uğramaları söz konusu olabilir. İdari faaliyetler nedeniyle kişilerin uğradıkları zararların idare tarafından karşılanmasına idarenin sorumluluğu denilmektedir.
İdarenin sorumluluğuna gidilebilmesi için bazı şartların bir arada bulunması gereklidir. Bu şartlar, bir kişinin maddi veya manevi varlığında iradesi dışında meydana gelen “zarar”, bu zarara neden olan “idarenin davranışı” ve zarar ile idarenin davranışı arasında bir “illiyet bağı”nın bulunmasıdır. İdarenin kusurlu sorumluğunun olduğu hallerde bu şartlara “hizmetin kötü işlemesi”, “geç işlemesi” veya “hiç işlememesi” olan “kusur”u ilave etmek gereklidir.
Kusursuz sorumluluk ilkesinin kabul edildiği hallerde ise idarenin ortaya çıkan zarardan sorumlu tutulabilmesi için kusurlu olması şart değildir. İdare, bazı durumlarda sorumluluktan tamamen ya da kısmen kurtulabilir.
Zarar ile idari davranış arasındaki illiyet bağı (sebep-sonuç ilişkisi) idarenin davranışı dışında bir sebeple ortadan kalkabilir veya zayıflayabilir. İşte illiyet bağının kesilmesi ya da zayıflaması durumunda idarenin sorumluluğu ya tamamen ortadan kalkacak ya da azalacaktır.
Zarara uğrayan kişinin kusuru, üçüncü kişinin davranışı mücbir sebep ve beklenmeyen hal idarenin sorumluluğu ya ortadan kaldırabilen veya azaltabilen hallerdir. Zarar, tamamen zarar gören kişinin kusurundan kaynaklanmışsa, zarar ile idari davranış arasındaki illiyet bağı kesileceğinden böyle bir durumda idarenin sorumluluğu tamamen ortadan kalkar.
Mesela ruhsata aykırı yapılan bir binanın deprem nedeniyle yıkılmasından idare sorumlu tutulamaz. İdarenin faaliyeti nedeniyle zararın miktarında bir artış olmuşsa bu artma oranında idarenin sorumluluğuna gidilebilir.
Bu anlamda deprem bölgesi olarak belirlenen bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi veya fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bu bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağına kuşku yoktur.
Bir de müteahhit ve iş sahibi dışında üçüncü bir kişinin (müteahhit ve ş sahibinin sorumluluğunda olmayan) eserin telef olmasına sebebiyet vermesi durumunda burada umulmayan olay kapsamına dahil olmaktadır.
Deprem kuşağı ülkesi olan Türkiye‟de de göz önünde bulundurulması gereken umulmayan doğal olaylardan olan deprem durumunda, bir bina yıkılırken yanındaki bir başka bina sağlam kalabiliyorsa burada ayıplı bir binadan söz edilebilmektedir.(ÖKTEM)
DEPREMDE YARALANANLAR İÇİN İŞ GÜCÜ KAYBININ TAZMİNİ
Yargıtay Kararı – 3. HD., E. 2014/17290 K. 2015/3391 T. 03.03.2015
“Davacı vekili dilekçesinde; müvekkili olan davacının, 23/10/2011 günü Van ilinde meydana gelen deprem sırasında, davalı Ç. U.’a ait Sefa Apartmanının yıkılması sonucu enkaz altında kaldığını ve enkazdan saatler sonra kurtarıldığını beyan ederek; yaralanarak sakatlanması nedeniyle, meydana gelen iş gücü kaybı dolayısıyla, 6100 sayılı yasanın 107.maddesi uyarınca belirlenecek maddi tazminatın, dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı taraf, yargılama sırasında; davasını usulünce ıslah etmek suretiyle, 140.448 TL maddi tazminatın, olay tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir. Davalı Nezir Baş savunmasında; davanın zamanaşımına uğradığını ve müvekkilinin kusuru bulunmadığını belirterek; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; 140.488,00 TL’nin 23.10.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı tarafça süresinde temyiz edilmiştir. Dava konusu uyuşmazlık; Van depreminde yıkılan Safa Apartmanının enkazı altında kalıp yaralanan davacı Q. L. P.’in, davalıya karşı açtığı iş gücü kaybından kaynaklı maddi tazminat talebine ilişkindir.
Dosyada mevcut ve Sigortacı-Hukukçu bilirkişiden oluşan heyetin verdiği hesap raporunun incelenmesinden; PMF hayat tablosu kullanılmak suretiyle tazminat hesabı yapıldığı görülmüştür.
Bu yönü itibariyle; raporun mahkemece hükme esas alınmasında bir isabetsizlik bulunmadığından, davalı tarafın bu yöne ilişkin temyiz itirazı yerinde değildir.
Ancak;
1- Mahkemece, davacının olay nedeni ile uğradığı iş gücü kaybı oranının tespiti yönünden, sağlık kurulundan rapor alınmış ve bu raporda belirtilen ” %66 maluliyet oranı ” dikkate alınmak suretiyle hüküm kurulmuştur.
2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Yasası’nın 16/II-c maddesi gereğince; meslekte kazanma gücü kaybı konusunda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle görevli Adli Tıp Kurumu 3.İhtisas Kurulu olup, bu kuruldan alınacak rapora göre karar verilmelidir.
Yerel mahkemece, açıklanan yönler gözetilmeyerek, eksik incelemeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun görülmediğinden, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. 2-Dava konusu zarar, 23.10.2011 günü gerçekleşen deprem nedeniyle oluşmuştur.
Bina; plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile, gerçekleşen depremin Richter ölçeğine göre 7,2 şiddetinde olduğu gözönünde tutulduğunda binanın deprem nedeniyle hasara uğraması kaçınılmazdır. (06.03.2013 Tarih, 2012/786 Esas 2013/318 Karar Sayılı Hukuk Genel Kurulu ilamı)
BK’nun 43/1 (TBK 51/1) maddesine göre; “Hakim, hal ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın suretini ve şumülünün derecesine tayin eyler.”
Davacının, oluşan zararı, deprem nedeniyle ikamet ettiği, binanın yıkılarak kendinin enkaz altında kalması sonucu doğmuştur. Depremin mücbir sebep olarak kabul edilip,
zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez ise de; ne zaman ve hangi büyüklükte olacağı öngörülemeyen ve sonucu gerçekleştiğinde büyük bir yıkıma sebebiyet veren, bölgede herkesi etkileyen en büyük doğal afet olduğu da kabul edilmek zorundadır.
Ayrıca, bölgenin birinci derecede deprem kuşağında yer aldığı ve oluşan depremin şiddet büyüklüğü de gözden kaçırılmamalıdır.
O halde, mahkemece, bilirkişi tarafından belirlenen tazminat miktarından adalete uygun bir hakkaniyet indirimi yapılması da gereklidir.
Bu hususta bir değerlendirme yapılmamış olması da doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.”
DEPREM NEDENİYLE DESTEKTEN YOKSUN KALMA VE MADDİ-MANEVİ TAZMİNAT
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas: 2019/1335 Karar: 2019/2191 Karar Tarihi: 18.03.2019
“Davacı,… depreminde oğlu … ile beraber ilgili adresteki markette alışveriş yapmakta iken deprem olduğunu ve binanın çöktüğünü,oğlunun enkaz altında kalarak hayatını kaybettiğini,
meydana gelen olayda davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 10.000 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile 100.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş;
16.02.2016 tarihli talep artırım dilekçesi ile maddi tazminat talebini 21.613 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı …,kendisinin sahibi olduğu binada kimsenin hayatını kaybetmediğini,
hasarın tamamen diğer davalı …’ın üst katta bulunan binasında meydana geldiğini,kendisine kusur atfedilemeyeceğini,binanın diğer davalı … tarafından inşa edildiğini savunarak,davanın reddini istemiştir.
Davalı …,davanın zamanaşımına uğradığını,meydana gelen olayda kusuru olmadığını,depremin doğal afet olduğunu,market olarak kullanılan bölümü 2010 yılında diğer diğer davalı …’ya sattığını ,binayı dava dışı…’nun inşa ettiğini savunarak,davanın reddini istemiştir.
Mahkemece;davanın maddi tazminat yönünden kısmen kabulü ile;16.613,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 3.000,00 TL cenaze ve defin giderinin deprem tarihi olan 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsili ile davacıya ödenmesine,
fazlaya ilişkin talebin reddine,
(diğer sorumlular açısından tahsilde tekerrüre esas olmamak kaydıyla);davanın manevi tazminat yönünden kısmen kabulü ile;
5.000,00 TL manevi tazminatın deprem tarihi olan 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahisil ile davacıya ödenmesine,
fazlaya ilişkin talebin reddine (diğer sorumlular açısından tahsilde tekerrüre esas olmamak kaydıyla) karar verilmiş,
hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.”
DASK’IN HUKUKİ SORUMLULUĞU:
Yargıtay Kararı – 17. HD., E. 2019/5808 K. 2021/570 T. 2.2.2021
“Davacılar vekili, 24/05/2014 tarihinde meydana gelen Çanakkale depremi neticesinde müvekkiline ait konutta hasar meydana gelmesi nedeniyle davalı DASK’a başvurduğunu, davalının konutta meydana gelen hasarın hafif olup hasar miktarının %2 muafiyet sınırının altında kaldığından bahisle zararını ödemediğini,
ancak deprem sonrasında Çanakkale İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü’nün 04/06/2014 tarihli yazısıyla söz konusu konutun ağır hasarlı olduğunun bildirildiğini ve daha sonra da yıkımı sağlandığını belirterek 80.948,00 TL’nin deprem tarihinden itibaren işleyecek reeskont avans faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesini talep etmiştir.
Uyuşmazlık Hakem Heyetince başvurunun reddine ilişkin verilen hükme davacılar vekilince itiraz edilmesi üzerine Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetince;
itirazın kabulü ile başvuranlar için ayrı ayrı 40.474,00 TL olmak üzere toplam 80.948,00 TL tazminatın 29/11/2014 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalı kurumdan tahsili ile başvuru sahiplerine ödenmesine karar verilmiş;
hükmün davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 03/12/2018 tarihli 2016/4480–2018/11575 sayılı ilamı ile bozlumasına karar verilmiştir.
Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti tarafından; bozmaya uyularak yapılan yargılama iddia, savunma, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre;
Uyuşmazlık Hakem Heyetinin 05.10.2015– K- 2015/10236 sayılı karara karşı başvuru sahiplerinin itirazlarının reddine karar verilmiş; hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, deprem nedeniyle DASK sigorta poliçesine dayanan tazminat istemine ilişkindir.
Dairemizin bozma ilamında başvuru sahibine ait mesken olarak kullanılan bağımsız bölümün deprem sonucu ağır hasara uğraması neticesinde kullanılamaz hale geldiği ve yetkili makamlarca verilen yıkım kararı gereği yıkımının yapıldığı anlaşıldığı,
22/10/2014 tarihli İTÜ raporu ile 22/12/2014 tarihli tespit bilirkişi raporu arasında çelişki olduğundan bahisle, hakem heyetince oluşturulacak bilirkişi heyetinden;
dosya kapsamındaki raporlar arasındaki çelişkilerin giderilmesi yönünde ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtlerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
İtiraz Hakem Heyetince, hükme esas alınan bilirkişi raporunda; hasarın yakın sebebinin 24.05.2014 tarihinde Ege Denizindeki 6.5 büyüklüğündeki deprem olduğu,
Bu depremde binanın hafif hasar aldığı, binanın ağır hasarlı tespit edilip yıkılmış olmasının binanın yapısal kusurundan kaynaklı olduğu için daskın sorumluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir.
Davalı DASK tarafından bozma öncesi sunulan İTÜ ve Boğaziçi Ünv. Öğretim üyeleri tarafından hazırlanan 22/10/2014 tarihli raporda …A ve B blokta bulunan taşınmazlar incelenerek hafif hasarlı olduğu belirtilmiş, kiriş ve bölme duvarların uygun yöntemle onarımı sonrasında yapının sahip olacağı güvenlik düzeyi ile deprem öncesinde sahip olduğu güvenlik düzeyi arasında kayda değer fark olmayacağı belirtilmiştir.
Söz konusu 22/10/2014 tarihli rapor nedeniyle DASK tarafından ödeme alamayan ve riziko adresindeki bloklarda oturan hak sahipleri tarafından tahkim yoluna başvurulduğu anlaşılmakla,
bu başvurulardan İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 03/12/2018 tarihli 2018/8652-2018/8652 D.iş sayılı tahkime ilişkin dosyasının incelemesinde; alanında uzman içinde İnşaat Mühendisi, Jeoloji Mühendisi ve Sigortacı bilirkişilerin yer aldığı yeni bir bilirkişi heyetinden;
daha önce alınan bilirkişi raporları da değerlendirilmek suretiyle ve dava konusu yapının taşıyıcı kolonlarının zayıflığının davacı yönünden müterafik kusur
teşkil edip etmediğinin de tespit edildiği, ayrıntılı, gerekçeli ve denetime açık rapor alınması yönünde hükmün bozulduğu, bozma sonrası alınan raporda yapılan tespitler ve jeolojik değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda deprem ile sigortalı meskendeki ağır hasar arasında illiyet bağı bulunduğunun tespit edildiğinin belirtildiği ve söz konusu rapora göre davalı DASK’ın tazminata hükmedildiği hükmün ise davalı DASK tarafından temyiz edilmeden davacı temyizi ile Dairemizin 02.12.2020 tarihli 2019/3554E.-2020/7974 K. sayılı ilamıyla onama kararı verildiği tespit edilmiştir.”
DEPREMDE MÜTEAHHİDİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
Borçlar Kanunu madde 356’da müteahhitin sorumluluğunun işçinin sorumluluk akdindeki hükümlere tabi olduğu belirtilmektedir.
Bu hükmün gönderme yaptığı Türk Borçlar Kanunu m.321‟e bakacak olursak, yapılan işin dikkat ve özenle yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Eğer meydana getirilen eser dikkat ve özen borcunun ihlali sebebiyle telef olmuş ise, T.B.K. m.368/I deki umulmayan olay hükümleri uygulanmaz.(ALTAŞ)
PROJE SORUMLUSU İNŞAAT MÜHENDİSİNİN HUKUKİ SORUMLULUĞU:
4. Hukuk Dairesi 2015/9648 E. , 2015/15170 K
”Asıl ve birleşen davada davacılar, uğradıkları maddi ve manevi zararların davalılardan müştereken ve müteselsilen ödetilmesi isteminde bulunmuşlardır.
Dosya arasında bulunan …. öğretim üyeleri tarafından hazırlanan kusur raporunda depremde binanın yıkılmasında statik ve betonarme proje sorumlusu olan inşaat mühendisi …’nın projedeki eksiklikler nedeniyle %10 oranında kusurlu olduğunun belirlendiği görülmektedir.
Söz konusu rapora itiraz edilmesi üzerine yine İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden alınan ikinci kusur raporunda davaya konu olan yapının statik deprem ve betonarme hesaplarını yapıp betonarme çizimleri hazırlayan …’nın kusurlu olduğunun belirlendiği anlaşılmıştır.
Şu durumda davalı inşaat mühendisi yıkılan binanın betonarme ve statik projesinin müellifi olan … yönünden bilirkişi raporlarında açıkça kusurlu olduğu belirlenmiş bulunmasına karşın mahkemece yanılgıya düşülerek kusuru olmadığı gerekçesiyle hakkındaki davanın reddi isabetli olmamıştır.
Kararı temyiz eden davalılar ile davalı inşaat mühendisi … arasında müşterek ve müteselsil sorumluluk söz konusu olduğundan, bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde olup olay tarihi ve yargılamanın geçirdiği safahat gözetilerek davacılar yönünden adil yargılanma haklarının ihlal edilmemesi için ilk bentteki nedenler ile kararın onanması gerektiğinden davalı … yönünden temyiz eden davalılar ile aynı tutarda tazminattan tahsilde tekerrür olmamak üzere sorumlu tutulmak üzere kararın bozulması gerekmiştir.”
Yüksek mahkememiz bugüne kadar vermiş olduğu kararlarda deprem sonucu meydana gelen hasarı haksız fiil çerçevesinde değerlendirmiştir. Gerçekten de, zarar gören ile mühendis yahut müteahhit arasında herhangi bir sözleşme bulunmayan durumlarda zararın haksız fiil olarak kabulü mümkündür.
Kanunumuza göre, haksız fiil sonucu oluşan zararın talep edilebilmesi için zamanaşımı süresi zarardan ve zarara sebep olan failden haberdar olma tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır.
Ancak her halde, zarara sebebiyet veren fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren 10 sene sonra zamanaşımı süresi dolacaktır.
Hukuki olarak zararlardan sorumlu olanlar arasında müteselsil sorumluluk mevcuttur. Müteselsil sorumluluk bir zararın birden çok şahıs tarafından tanzim edilmesi yükümlülüğüne ifade eder.
Borçlar Kanunumuz haksız fiilin birden fazla kimse tarafından gerçekleştirilmesi halinde bu kişilerin haksız fiilden doğan zarardan müteselsilen sorumlu olacağını öngörmektedir.
Müteselsil borç ilişkisinin söz konusu olduğu durumlarda her borçlu, borcun tamamını ifa etmekle yükümlü olmaktadır. Bu durumda alacaklı seçimlik hakkına sahiptir.
Dilediği takdirde borcun tamamını müteselsil borçlulardan birinden isteyebilir. Yine borçlulardan birinin borcu ifa etmesi halinde borç sona erer. Bu durumda borcu ifa edenin diğer borçlulara kusurları oranında rücu etme hakkı bulunmaktadır.
Yüksek mahkemenin haksız fiillerde müteselsil borcun uygulanacağına ilişkin içtihatları istikrar kazanmış durumdadır. Yüksek mahkemeye göre zarara sebep olan haksız fiili birlikte işleyenler arasında tam teselsül ilişkisi söz konusudur.
Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, deprem nedeniyle meydana gelen hasarlarda, yüksek mahkeme haksız fiil sorumluluğunu kabul ettiğinden sorumluluk açısından da, müteselsil sorumluluğu kabul etmektedir.
Diğer bir ifadeyle yüksek mahkemeye göre binanın müteahhidi ile proje müellifi, hasarın meydana gelmesindeki kusur oranları ne olursa olsun, zarar görenlere karşı, oluşan zararın tamamından sorumlu olacaktır.
Kimi davalarda, deprem nedeniyle hasar gören bir yapıyla ilgili bilirkişi raporlarında proje müellifi olan inşaat mühendisi %1,
yapının müteahhidi ise %99 oranında sorumlu olduğu tespit edilmesine rağmen,
izah etmeye çalıştığımız müteselsil sorumluluk ilkesi gereğince, %1 oranında sorumlu olan inşaat mühendisinin,
zarar gören kişiye karşı meydana gelen hasarın %100’ünü tazmin etme yükümlülüğü ile karşı karşıya kaldıkları gözlemlenmiştir.
Bu şekilde yapı bir başkasına ait kusurdan kaynaklanan zararı da tazmin eden inşaat mühendisleri çoğunlukla rücu edecek kimse bulamamışlardır.
YAPI MALİKİ, İŞLETEN VE MÜTEAHHİTİN CEZAİ SORUMLULUĞU
12. Ceza Dairesi 2020/332 E., 2020/2497 K.
“Bu bilgiler ışığında sanıklar … ve …’ın, tapu sicilinde arsa vasfında kayıtlı olan, anca fiili durum itibariyle üzerinde kaçak nitelikte 5 katlı bir yapı olan taşınmazı 1/3’er oranda paydaş olarak satın aldıkları,
sanıkların söz konusu yapının satın alma tarihleri itibariyle tapu sicilinde arsa vasfıyla kayıtlı olduğunu bildikleri, devam eden süreçte yapıyı usul ve yönetmeliklere uygun şekilde kayıt altına aldırmak için bir kısım işlemler yapmışlarsa da bu girişimlerini neticelendirmedikleri,
sanıkların kaçak nitelikte olup meydana gelen deprem neticesinde yıkılan yapıyı usul ve yönetmeliklere uygun hale getirme niyet ve girişimlerinin ileride ortaya çıkabilecek resmi ve sanıklar arasında mülkiyete ilişkin oluşabilecek sorunları önlemeye yönelik olduğu,
1. dereceden deprem bölgesi sınırları içinde bulunan Van ilinin bu özelliğinin öngörülebilir nitelikte olduğundan şüphe bulunmamakla beraber sanıklar tarafından meydana gelen depremin ve bu deprem neticesinde kendilerinin de bizzat ikamet ettikleri yapının yıkılabileceğini öngörmelerinin beklenemeyeceği,
bununla beraber deprem bölgelerinde yapılan inşaatların, inşa edilen yerin deprem risk durumuna göre sağlamlık ve direnç hesaplamalarının inşaatları bizzat projelendiren,
sürdüren ve denetleyen kişilerce yapılması gerektiği, sanıklar … ve …’ın satın aldıkları ve deprem neticesinde yıkılan binanın kaçak nitelikte olduğunu bilmelerine rağmen inşa aşamasında etkin bir rol almadıkları,
kaçak nitelikteki binayı satın alarak bir takım riskleri üstelen sanıkların meydana gelen neticede taksir düzeyinde sorumlu oldukları kabulünde tereddüt bulunmamakla,
bir depremin meydana geleceği ve bu deprem neticesinde sahip oldukları binanın yıkılarak ölümlere sebebiyet vereceğini öngörmelerinin kendilerinden beklenemeyeceği gözetilmeden basit taksir düzeyinde sorumlulukları bulunan sanıklar hakkında TCK’nın 22/3. maddesinde tanımlı bilinçli taksir hükümleri uygulanmak suretiyle fazla cezaya hükmolunması,
Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca hükmün isteme kısmen uygun olarak BOZULMASINA;
09/03/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”
Ceza Dairesi 2018/8545 E., 2019/3577 K.
“ön hasar tespiti başlıklı AFAD il müdürlüğü tarafından dosyaya gönderilen, hangi personel tarafından hangi tarihte düzenlendiği belli olmayan ön hasar tespit raporunda “otel binasının sağlam olduğunun” belirtilmesi,
ilk deprem sonrası il yetkililerin, büyük bir depremden sonra fay hattının enerjisini boşalttığını, bu nedenle yıkıcı bir deprem beklenmediğini bildirip, evlere girilebileceğini basın yolu ile ifade etmeleri karşısında,
binanın yapımında herhangi bir sorumluluğu bulunmayan sanığa yüklenebilecek kusurun sadece ilk deprem sonrası bina ile ilgili tespitleri yaptırmamaktan ibaret olduğu,
sanığın ikinci depremin meydana gelmesi sonucu binanın yıkılabileceği neticesini öngördüğüne ilişkin delil bulunmadığı anlaşılmakla…”
Ceza Dairesi 2014/8620 E., 2014/16069 K.
“23 Ekim 2011 tarihinde yerel saatle 13:41 sıralarında Van şehir merkezinin yaklaşık 20 km. kuzeyinde, Erçek Gölünün batısında, Kasımoğlu Köyü civarlarında, değişik kuruluşlara göre şiddeti 7.1 ila 7.3 arasında değişen yıkıcı bir deprem meydana gelmiş,
Van İl merkezinin yanı sıra Erciş İlçesi ve civar köylerde önemli hasara yol açmıştır. Depremin birinci haftasında, bölgede büyüklüğü 4.0-4.9 arasında toplam 114 deprem meydana gelmiş olup;
şiddeti 5.0 ‘dan büyük olan deprem sayısı ise 7 dir. İlk deprem sonrası artçı şoklar devam ederken, 9 Kasım 2011 tarihinde şiddeti 5.7 olan ve farklı bir faydan kaynaklanan ikinci bir deprem meydana gelmiştir.
Bu depremin merkez üssünün Van İl merkezinin güney batısında kalan Edremit ilçesi olduğu anlaşılmıştır.
Sanığın sahibi ve işleteni olduğu Bayram Oteli bu deprem sonucu yıkılarak çökmüş, göçük ve enkaz altında kalan A. Y.., . . ölmüştür.
Toplam 24 kişinin öldüğü, katılan M.. D..’in ise yaralandığı olayın yargılaması sırasında alınan ve hükme esas tutulan Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğretim üyelerinden kurulu Nisan 2012 tarihli bilirkişi raporunda da işaret edildiği üzere, otelin 19/09/2003 tarihinden itibaren işletmecisi olan
“sanığın işlettiği otel binasının 1964 yılında inşa edilen, 1978, 1998 ve 2007 deprem yönetmeliklerine göre güçlendirilmemiş eski bir bina olduğu, otele sonradan ilave edilen kısımların bulunduğu, proje dışı yapılan ek kısımların binalarda deprem güvenliği açısından son derece tehlike oluşturduğunun bilindiği, otel binasının babası tarafından inşa ettirilmiş olması nedeniyle sanığın,
otelin eski bir bina olduğu, sonradan yapılan esaslı değişikliklerden ve otele ek yük yükleyen çelik konstrüksiyon çatıdan haberdar olduğu, otel binasının dış cephesinin amerikansyding denilen bir kaplama malzemesi ile kaplanarak yenilenmesi,
kolonların alçıpanlarla giydirilmiş olması, tavanlara asma tavan ve alçıpan kartonpiyer uygulamalarının yapılması nedeniyle dışarıdan yapılacak basit bir gözlemle çatlakların görünmeyeceği ve hasar tespiti yapılmasının mümkün olmadığı hususunun sanık tarafından bilindiği,
kaplama yapılmış binalarda kaplamanın altına bakılarak, matkaplarla bu kaplamalar açılarak sıvalarda, kolonlarda çatlaklar olup olmadığının incelenmesi, taşıyıcı sistemden numuneler alınıp test edilmesi gerektiği, sanığın kesin hasar tespit raporu hazırlanması için inceleme yaptırmak,
işin uzmanlarından görüş almak, bilimsel analizler yaptırmak bir yana gözleme dayalı olarak hazırlanan ön hasar tespit çalışmasını dahi yaptırmadan, 120 kişilik barınma kapasitesi olan, toplu olarak yaşayan insan sayısının fazla olduğu eski bir binayı, 23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleşen 7,2 büyüklüğündeki depremden sonra ara vermeksizin işletmeye devam ettiği,
sanığın Bayram Otel binasının evveliyatını çok iyi bilen ve uzun yıllardır da bu binada faaliyet gösteren otelin işletmeciliğini yapan tecrübeli bir tacir olduğu, binanın eski olması,
sonradan yapılan esaslı değişikliklerin binaya ek yük yüklemesi, yenileme faaliyeti kapsamında yapılan kaplama işlemi nedeniyle duvar ve kolonlardaki çatlakların dışarıdan gözle bakılarak tespit edilememesi nedeniyle binanın 23.10.2011 tarihinde gerçekleşen depremde hasar görmüş olabileceğinin, ileride yaşanacak herhangi bir depremde,
otel binasının daha önce aldığı hasar nedeniyle yıkılabileceğinin sanık tarafından da öngörülmesi gereken bir husus olduğu, otelin alt katında faaliyet gösteren Albaraka Türk Bankası için hazırlanmış, gözleme dayalı ön hasar tespit raporunda güçlendirme projesi ve iyileştirme çalışmaları yapılması gerektiği, binanın risk taşıdığı belirtilmesine rağmen,
sanığın bir daha deprem yaşanmayacağına inanması, geçmiş deneyimlerinin şanslı sonuçlanması gibi nedenlerle bu riski göze aldığı ve oteli,
kesin hasar tespit çalışmaları sonuçlandırılıp güvenli olduğu anlaşılana kadar işletmeye ara vermesi gerekirken, depreme dayanıklılık testi yaptırmak bir yana ön hasar tespit çalışması dahi yaptırmadan ve 23.10.2011 tarihindeki depremden sonra hiç ara vermeden işletmeye devam ettiği anlaşıldığından, sanığın meydana gelen neticeyi 5237 sayılı TCK’nun 22/3. maddesi kapsamında öngördüğünün, dolayısıyla da olayda bilinçli taksir halinin bulunduğunun” kabul edilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
… 1-“T.. B..” ticaret unvanı ile 01/04/1974 tarihinden itibaren otel, kıraathane ve hamam işletmeciliği iş konularında meşgul olduğu anlaşılan, 19/09/2003 tarihinden itibaren de resmi olarak Bayram Otel işletmecisi olan sanığın, mülkiyeti kendisinin de hissedarı ve sorumlusu olduğu…. San. ve Tic. Ltd. Şti’ye ait olan, Van İlinin 1. derecece deprem bölgesi olmasına rağmen statik projesi, statik hesap raporu ve zemin raporu olmaksızın, 1964 yılında konut olarak, inşaat tekniğine ve mevzuatına aykırı şekilde, 2011 yılında ölmüş bulunan babası M..B..tarafından inşa ettirilen, 1969 yılından itibaren otel olarak işletilen bodrum,
5 normal kat ve üstü çelik konstrüksiyon çatı sistemi kapatılmış bulunan kaçak teras kattan oluşan otel binasını, söz konusu eksikliklerini bilmesine rağmen 1975, 1998 ve 2007 tarihli Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yetkisi ve olanağı bulunmasına rağmen güçlendirmediği, otel binasının özellikle yaşı ve bulunduğu bölge itibariyle yüksek riskli deprem kuşağında yer almasına rağmen, depremden bir yıl kadar önce yaptırdığı bir milyon lirayı geçen tadilatın,
otel binasının taşıyıcı sistemi ile değil, otelin iç ve dış dizaynı ile ilgili olduğu nazara alındığında, sanığın kusurunun ilk deprem sonrası gerekli inceleme ve hasar tespiti yaptırmamakla,
bu tespitler yapılana kadar oteli kullanmamakla sınırlı olmadığı, inşaat ve tadilatlarında eksiklikleri bulunduğunu bildiği eski otel binasının en azından 2007 deprem yönetmeliğine uygun hale getirilmemesi,
binanın taşıyıcı sisteminin güçlendirilmemesi sebebiyle de kusurlu olduğunun nazara alınıp,
olay nedeniyle 24 kişinin öldüğü değerlendirilerek; iki sınır arasında temel ceza belirlenirken adalet, hakkaniyet ve nasafet kurallarına uygun makul ve azami hadde yakın bir cezaya hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, 10 yıl temel ceza tayini,”
DEPREM SONRASI BİNALARIN YAPILANDIRILMASI VE GÜÇLENDİRMESİ GEREKLİLİĞİ
Ceza Dairesi 2013/8258 E. , 2014/4319 K.
“Olay tarihinde, Zeytinburnu ilçesi modabağ sokaktaki, 6 katlı çöken bina için 16.05.1986 tarihinde müteahhit A.. A.. ile Teknik Uygulama Sorumlusu olan sanık Z.. A.. adına yapı ruhsat izni verildiği ve 1987 yılından itibaren oturulmaya başlanıldığı,
sözkonusu binanın 2. derece deprem bölgesine göre projelendirildiği ve yürürlükte olan 1975 tarihli deprem yönetmeliği kapsamı içinde yapıldığı,
sanığın çizdiği projede dükkan olarak belirlenen bölümde bilgisi dahilinde olmadan fırın yapıldığı, herhangi bir ısı yalıtım sistemi yapılmaksızın, 1989 yılından 1999 yılına kadar binanın bodrum ve zemin katının ekmek fırını olarak işletildiği,
17 Ağustos 1999 depreminden sonra 21.08.1999 tarihinde Zeytinburnu Belediyesi tarafından yapılan tespitlerde hasarlı görülerek mühürlendiği ve tahliye edildiği, ancak bir ay sonra Bayındırlık ve İskan İl Müdürlüğünce hasarsız binalar arasında gösterilmesi üzerine tekrar oturulmaya başlanıldığı,
İstanbul Belediye Başkanlığı’nın 23.11.1999 tarihli “apartman sakinlerine” başlıklı resmi yazısı ile oturanların binayı güçlendirmesi ve bunun yasa gereği olduğu, aksi takdirde oturmalarının riskli olacağının apartman sakinlerine bildirildiği,
1999 depreminden sonra maliklerin Belediye Başkanlığının uyarı yazısına rağmen anılan binada oturmaya devam ettikleri ve ayrıca kat maliklerince teras kata 20 cm kalınlığında beton atıldığı,
kömürlük ve çatı yapıldığı böylece hasarlı binaya yeni bir yük yükledikleri ve binanın 21.02.2007 tarihinde bu aşamalardan sonra çöktüğü, çökme sonucu 3 kişinin ölümü ve 21 kişinin yaralandığı olayda;
Binanın olay tarihinde çökmesi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın 28.02.2007 tarihli yazısında, üniversite öğretim üyeleri tarafından binanın deprem performans puanı tespitinin yaptırıldığı ve binanın 37 puanla riskli binalar sınıfına dahil edildiği,
soruşturma aşamasında alınan bilirkişi kurulu teknik raporunda her ne kadar binanın 1975 deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılmadığı, beton basınç mukavemetinin düşük olduğu ve yönetmeliğe aykırı birçok hususun tespit edildiği hususlarına değinilmiş ise de;
sözkonusu binanın büyük deprem sonrası hasarlı olarak ayakta kaldığı, hasarlı binalar sınıfına dahil edildiği, binada güçlendirme yapılmasının zaruri olduğu ve belirtilen hususun apartman sakinlerine bildirilmesi karşısında; 21.02.2007 tarihinde binanın çökmesi olayında,
binanın yapım aşamasında sanığa yükletilecek kusurlar açısından illiyet bağının 17 Ağustos 1999 depremi ile kesildiği, sanığın binayı yapıp teslim ettiği ve 20 yıl boyunca bina ile ilgisinin olmadığı, binada oturanların tüm uyarılara rağmen binayı güçlendirmeden oturmaya devam etmeleri ve çatı katına beton atarak fazla yük bindirmeleri hususları dikkate alındığında;
binanın çökmesi şeklinde gerçekleşen netice ile teknik uygulama sorumlusu olan sanığın hareketleri arasında nedensellik (illiyet) bağının mevcut olmadığı ve ayrıca meydana gelen neticenin objektif olarak sanığa yüklenebilir olmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince sanık A.. A.. hakkında oybirliğiyle, sanık Z.. A.. hakkında ise oyçokluğu ile BOZULMASINA…karar verilmiştir.”
BASİT TAKSİR VE BİLİNÇLİ TAKSİRLE ÖLDÜRME/YARALAMA SUÇLARI VE CEZALARI,
TÜRK CEZA KANUNU
Taksirle öldürme Madde 85- (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmü öngörülmüştür.
Bilinçli Taksir TCK 22/3: “(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.” şeklindedir.
Yukarıdaki cezai sorumluluğa dair incelemelerden anlaşıldığı kadarıyla Yüksek Mahkeme müteahhidin, yapı malikinin, işletenin, yapı mühendisinin cezai sorumluluğunu “taksirle adam öldürme” ve “bilinçli taksirle adam öldürme” olarak değerlendirmektedir.
Basit taksir halinde temel cezalandırma bir insanın ölümüne sebebiyet verme halinde 2-6 yıl, birden fazla insanın ölümüne sebebiyet verme halinde 2-15 yıl olarak belirlenecektir.
Bilinçli taksirle adam öldürme suçunun cezası ise yukarıdaki aralıkta belirlenen cezasının üçte birden yarısına kadar artırılması suretiyle gerçekleşecektir.
Taksirle yaralama Madde 89- (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Vücudunda kemik kırılmasına,
c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
d) Yüzünde sabit ize,
e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına, Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine, Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. (4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması halinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (5) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/5 md.) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır.
Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz.
Bilinçli Taksir TCK 22/3: “(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.” şeklindedir.
DEVLETİN ETKİN SORUŞTURMA YAPMAMASI DURUMUNDA
YAŞAM HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNE DAİR;
Anayasa Mahkemesi Kararı – 2.B., B. 2012/752 T. 17.9.2013
62. Bu durumda, tehlikeli faaliyetler nedeniyle ortaya çıkan olaylara yönelik devletin kapsamlı ve etkin bir ceza soruşturması yürütmesi yükümlülüğüne ilişkin ilkeler (§ 60) afet olayları nedeniyle yapılan başvurulara da uygulanabilecektir.
Önleyici tedbirlerin alınmaması sonucu meydana gelen can kayıplarından Devletin sorumluluğunu gerektiren durumlarda, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince oluşturulması gereken ‘etkili bir yargısal sistem’in kapsamında, etkinliğe dair belirlenmiş asgari standartları karşılayan ve soruşturmanın bulguları çerçevesinde adli cezaların uygulanmasını sağlayan bağımsız ve tarafsız bir resmi soruşturma usulünün bulunması gerekir.
Bu gibi davalarda, yetkili makamlar büyük bir gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk olarak olayın meydana geliş koşulları ile denetim sisteminin işleyişindeki aksaklıkları, ikinci olarak da söz konusu olaylar zincirinde herhangi bir şekilde rol oynayan Devlet görevlileri ya da makamlarını tespit etmek için resen soruşturma açmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 142).
63. Başvuru konusu olayda, başvurucuların yakını 23/10/2011 tarihinde gerçekleşen 7,2 şiddetindeki depremden sonra meydana gelen artçı sarsıntılar sırasında 9/11/2011 tarihinde gerçekleşen 5,6 şiddetindeki ikinci depremde kaldığı otelin çökmesi sonucu hayatını kaybetmiştir.
Başvuruya konu olay açısından, yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu yükümlülükler arasında yer alan yaşam hakkını koruma yükümlülüğü için yasal ve idari çerçevenin oluşturulması ve bu çerçevenin gereği gibi uygulanması sorumluluğunun (bulunup bulunmadığının) ortaya konulması gerekmektedir.
64. Devletin bu noktada bir yükümlülüğünün ortaya çıkabilmesi için kamu yetkililerince, belirli bir kişinin hayatının gerçek ve yakın tehlike içinde olduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız oldukları tespit edilmelidir (§ 53).
65. Başvurucular, diğer deprem davalarından farklı olarak Bayram Otelin ikinci depremde ve artçı sarsıntılardan sonra yıkıldığını, konu hakkındaki mevzuat uyarınca hasar tespiti yapmamaları ve diğer önlemleri almamaları nedeniyle Vali ve AFAD yetkililerinin sorumlu olduğunu ileri sürmüştür (§ 44).
Bakanlığın görüş yazısında ise konu ile ilgili olarak, hayati tehlike içeren koşullar nedeniyle başvurucuların yakınlarının maruz kaldığı riskin ne zaman gerçekleşebileceği konusundaki belirsizlik, bu tür koşulların ortaya çıkışında payı olan kişilerin statüsü ve bu kişilere atfedilen eylem veya ihmalin kasıtlı olup olmadığı hususlarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir (§ 45).
66. Deprem gibi bir afetin meydana gelmesi durumunda, başvurucuların haklarında ceza soruşturması yapılmasını talep ettikleri görevliler açısından, hasar görmüş binaların derhal tespit edilmesi, binaların gördüğü hasar bakımından tehlike arz edenlerinin boşaltılması ve yıktırılması, afete uğrayanların veya uğraması muhtemel olanların bulundukları yerlerde veya başka yerlerde geçici olarak barınmalarının sağlanması görevleri konu hakkındaki mevzuatta (§ 33- 35) açık bir şekilde belirlenmiştir.
67. Söz konusu yasal düzenlemelerde, bir afetin meydana gelmesinden sonra yapılacak kurtarma, yaralıları tedavi, barındırma, ölüleri gömme, yangınları söndürme, yıkıntıları temizleme ve felaketzedeleri iaşe gibi hususlarda uygulanmak üzere görev ve görevlileri tayin, toplanma yerlerini tespit eden bir programın valiliklerce düzenleneceği,
bu programların uygulanmasının valiliklerce kurulacak kurtarma ve yardım komitelerince sağlanacağı, deprem afetinin gerçekleşmesi sonrasında tehlikeli durumu ve binaların gördüğü hasar bakımından yıktırılması ve boşaltılması gerekenler hakkında,
o il ve ilçenin en büyük mülki amirine durumun rapor edilmesi ve bu makamlarca böyle binaların derhal boşalttırılmasının gerektiği,
lüzumu halinde yapılarda meydana gelen hasarı tespit etmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığının isteği üzerine diğer bakanlık, kurum ve kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve meslek odaları, konusunda deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya mimarı hasar tespiti çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlü oldukları kurala bağlanmıştır.
68. Yer kayması, kaya düşmesi ve bu kapsamda deprem gibi afetlerde, tehlikenin devamı veya tekrarı ihtimali üzerine boşaltılan binaların tehlikeye karşı kesin tedbir alınıncaya kadar işgaline veya hasara uğrayanların tamirine müsaade edilmeyeceği,
tedbir alınamayacağına karar verildiği takdirde tehlikeli mahal içindeki binaların, yukarıdaki esaslar dâhilinde yıktırılması gerektiği yine bu düzenlemelerde bir yükümlülük olarak belirlenmiştir.
69. Afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya ilişkin hizmetleri yürütmek üzere 5902 sayılı Kanun’la, Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kurulmuş, illerde, il özel idaresi bünyesinde, valiye bağlı il afet ve acil durum müdürlükleri kurulmuş ve bu müdürlüklerin sevk ve idaresinden valinin sorumlu olduğu belirtilmiştir.
Afet ve acil durumlarda meydana gelen kayıp ve hasarı tespit etmek ve Afet ve acil durumlarda, gerekli arama ve kurtarma malzemeleri ile halkın barınma, beslenme, sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılacak gıda, araç, gereç ve malzemeler için depolar kurmak ve yönetmek bu müdürlüklerin görevleri arasında sayılmıştır.
70. Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik’te, vali ve kaymakamlar, görevli bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile askeri birliklerin, ilgili mevzuat ve bu Yönetmelik gereğince düzenlenecek acil yardım planları ve acil yardımla ilgili yönergelerle kendilerine verilen görevleri yerine getirmekten ayrı ayrı sorumlu oldukları, afetin meydana gelmesinden itibaren,
alınması gereken her türlü acil tedbirlerin alınmasından ve acil yardımların bir emir beklemeden yapılmasından afetin meydana geldiği yerin mülki amirinin sorumlu olduğu ifade edilmiştir.
71. Yine söz konusu Yönetmelikle, Ön Hasar Tespit ve Geçici İskan Hizmetleri Grubunun oluşturulması öngörülmüş ve bu grup;
1. Alınan haberlere göre nerelere, ne kadar ön hasar tespit ekibi göndereceğini tespit etmek,
2. Hasarın yoğun olduğu bölgeleri belirlemek,
3. Kesin hasar tespitleri için gerekli bilgileri sağlamak,
4. Afetten sonra konut, resmi ve özel tüm yapılar ile hayvan barınaklarındaki hasarın en kısa zamanda tespitini sağlayıcı tedbirleri alma ve gerekli işlemleri yapmakla görevlendirilmiştir.
72. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulduğunda, başvurucuların birinci deprem sonrasında gerekli tedbirleri almamak suretiyle yakınlarının ölümüne neden olduklarını ileri sürdükleri Vali ve AFAD yetkililerinin, alınabilecek tedbirlere ilişkin asli yükümlülüklerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
73. Yaşanan birinci büyük depremin akabinde çok sayıda artçı deprem meydana gelmiştir. Birinci depremde belli seviyede hasar görmüş binaların yaşanan artçı sarsıntılar esnasında yıkılma tehlikesi bulunmaktadır.
Bu durumun öngörülebilecek bir risk olduğunun kabulü gerekir. Başvurucuların yakını, birinci büyük depremden tam 16 gün sonra meydana gelen 5,6 şiddetindeki depremde yıkılan otelin enkazı altında kalarak hayatını kaybetmiştir.
Afetzedelerin veya başka yerlerden o şehre depremin yaşanması nedeniyle gelen kişilerin barınma ihtiyacı nedeniyle depremin meydana geldiği şehirdeki kamuya açık konaklama yerleri arasında kapasitesi en yüksek tesislerden biri olan oteli kullanmayı düşünecekleri de ortadadır.
Bu durumda birinci depremden sonra geçen 16 gün içerisinde otel hakkında hasar tespitinin yapılarak gerektiğinde boşaltılması kararı verilmesi sorumlu kişilerden beklenebilir.
74. Bakanlık görüş yazısında da belirtildiği üzere, AİHM içtihatlarında ulusal yetkililer tarafından başvuran lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle açıkça veya dolaylı olarak ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli bir tazminatla giderilmesi halinde ilgili tarafın artık mağdur olduğunu ileri süremeyeceği belirtilmektedir
(Scordino/İtalya, 36813/97, 29/3/2006, § 178 ve devamı). Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde, AİHS ile düzenlenen koruma mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla AİHM’nin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır (Eckle/Almanya, 8130/78, 15/7/1982, § 64-70, Jensen/Danimarka, 48470/99, 20/9/2001; Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013, § 45-46).
75. 6216 sayılı Kanun’un ‘Bireysel başvuru hakkı’ kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
‘(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
76. AİHM içtihadında (§ 74) kabul edilene benzer bir şekilde, 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur.
Diğer bir ifadeyle, temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (B. No: 2012/1027, § 20-21, 12/2/2013).
77. Başvurucuların Van Belediye Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Van Valiliği ve AFAD’a izafeten Başbakanlık ve Mehmet Sıddık Bayram vereseleri aleyhine açtıkları maddi ve manevi tazminat davaları (§17-20) henüz sonuçlanmamış, Vali ve AFAD yetkilileri hakkında ceza soruşturması açılmasına ise izin verilmemiştir.
Bu durumda, başvuru konusu olayda Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin maddi boyutunun, yani elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için öngörülen yasal ve idari tedbirlerin gereği gibi uygulanıp uygulanmadığının (§ 52) Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi ve bu konuda karar verilmesi mümkün değildir.
78. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin etkili cezai soruşturma yapma boyutu açısından ise aynı şeyleri söylemek mümkün değildir ve kesinleşmiş olan şikâyetin işleme konulmaması kararı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edilip edilmediği hususunda Anayasa Mahkemesi tarafından bir karar verilmesine bir engel bulunmamaktadır.
Ayrıca Anayasa Mahkemesinin böyle bir inceleme yapabilmesi için kamu idareleri aleyhine açılan tam yargı davalarının sonuçlanmış olması da zorunlu değildir.
Zira yukarıda da belirtildiği gibi (§ 60) tehlikeli bir faaliyet ya da doğal afetler nedeniyle oluşan öngörülebilir riskleri ortadan kaldırma hususundaki görev ve yetkilerini ihmal ederek insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olduğu ileri sürülen görevlilerin sorumluluklarının incelenmesine engel olunması tek başına Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir.
Ancak belirtmek gerekir ki, yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır.
Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan, burada yer verilen değerlendirmeler olayla ilgili olarak mutlaka herhangi bir kişi veya kamu makamının hukuki veya cezai sorumluluğunun belirlenmesi zorunluluğunu ifade etmemektedir (§ 56).
79. Bu durumda, Bakanlığın görüş yazısında ileri sürüldüğü üzere, şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, başvurucuların ilgili idareler aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açtıkları, yargılama sürecinin halen devam ettiği, başvuru yollarının tüketilmediği itirazı (§ 38) (devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli boyutu açısından) kesinleşmiş olan şikâyetin işleme konulmaması kararı açısından kabul edilemez.
Başvurunun özü ilk deprem sonrası gerekli tedbirleri almayarak yakınlarının ölümüne neden olduğunu ileri sürdükleri Vali ve AFAD yetkilileri hakkında cezai soruşturma açılmamış olması nedeniyle devletin yaşam hakkından kaynaklanan pozitif yükümlülüğünün usuli boyutunun ihlal edildiği iddiasıdır.
80. Başvuru konusu olayda, Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturmasında Van Valisi ile AFAD görevlileri hakkında görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Van Valisi ve AFAD görevlileri hakkında görevi kötüye kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir.
81. Bu kişilere yönelik olarak yürütülen soruşturmanın etkililiği değerlendirilirken göz önünde bulundurulacak hususlardan biri ceza soruşturmasının sorumluların belirlenmesine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmasıdır.
Etkililik ve yeterliliği temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (§ 57).
82. Yaşanan olaya ilişkin öncelikle, doğal afetin etkisi dışında sorumluluğun ne ölçüde ilgili (müştekilerin de sorumlu olduğunu ileri sürdüğü) kamu görevlilerinin ihmaline atfedilebileceğini ortaya koyacak bir soruşturma açılması gerekmektedir.
Bu soruya cevap verilebilmesi için teknik ve idari yönlerden değerlendirmeler içeren uzman görüşlerine başvurulması ve sadece kamu otoritelerinin elde edebileceği bilgilere ulaşılması gerekmektedir.
Bu hususlar bireylerin (başvuru konusu olayda müştekilerin) ispatlayabilecekleri hususlardan değildir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 163).
83. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ilk soruşturma kapsamında, keşif yapılmış, numuneler alınmış ve incelenmiş, bilirkişilerden görüş alınmış, bilirkişilerce hazırlanan rapor ışığında, söz konusu binanın yapımında sonradan yapılan ilavelerde bulunan eksiklik ve hatalara değinilmiş, ilk depremde ayakta kalmasına rağmen ikinci depremde iki deprem arasında artçı şoklardan etkilenerek yıkıldığının anlaşıldığı ifade edilmiştir.
84. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 24 kişinin ölümü gibi ciddi sonuçlar doğuran olay hakkında, Van Cumhuriyet Başsavcılığının ilk soruşturmada göz önünde bulundurduğu hususlar ile başvurucuların şikâyet konusu yaptığı hususlar hakkında hiçbir değerlendirme yapmaksızın görevi kötüye kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı,
ilgililer açısından suç oluşturan ve ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir (§ 12).
Başsavcılık, başvurucuların iki deprem arasında yetkililer tarafından hasar tespitinin yapılmaması ve diğer idari tedbirlerin alınmaması suretiyle ölüme neden olma temel şikâyetine ilişkin, hasar tespiti ve hasarlı binalara girişin engellenmesi konusunda yetkililerce ne tür işlemler yapıldığını ortaya koyacak delil ve değerlendirmelere yer vermeksizin soruşturma açılması talebini işleme koymamıştır. Başsavcılık tarafından bu aşamada soruşturma izni verilmemesi şeklinde bir karar verilmesi halinde söz konusu karar itiraz yoluyla denetimden geçebilecekken, Başsavcılık’ın hâlihazırda verdiği bu karar, soruşturmanın devam ettirilmesine yönelik talebin bir itiraz mercii tarafından incelenmesine engel olmuştur.
85. Yürütülen soruşturmanın etkililiği değerlendirilirken göz önünde bulundurulacak hususlardan bir diğeri yürütülen soruşturmaya başvurucuların soruşturmanın açıklığını temin edecek ve meşru menfaatlerini koruyabilecekleri bir şekilde dâhil olabilmeleridir (§ 58). Başvuru konusu olayda,
Danıştay 1. Dairesi yakınlarını kaybeden kişilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının işleme koymama kararına yaptıkları itirazı 4483 sayılı Kanun’da Cumhuriyet Başsavcılıklarının bu kararlarına karşı herhangi bir itiraz yolu öngörülmediğinden bahisle incelemeksizin reddetmiştir.
Başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının işleme koymama kararına karşı itiraz edebilecekleri bir makam bulunmamaktadır.
Bu durumda bu kişiler hakkında yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının açık olmaması nedeniyle soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemeyecektir.
Nitekim AİHM, Dink/Türkiye davasında başvuranın (Fırat Dink) yakın akrabalarının, yalnızca dosya üzerinden inceleme yapan itiraz mercilerine itirazda bulunabilmiş olmalarının,
mağdurların meşru menfaatlerinin korunması hususunda söz konusu soruşturmalardaki eksiklikleri gideremeyeceğine hükmetmiştir (Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 89).
86. Açıklanan nedenlerle, etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması yürütülmediği anlaşıldığından Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının usuli boyutunun ihlal edildiğinin kabulü gerekir.”
Faydalı linkler:
- Tehlike Arz Eden Yapıların Yıktırılmasına İlişkin Yaygın Hukuka Aykırılık Nedenleri
- Araç Değer Kaybındaki Güncel Değişiklikler Nedir?
Depremde Müteahhitin Sorumluluğu Hakkında Hukuki Bir İnceleme
Deprem, ülkemizde sıklıkla yaşanan doğal afetlerden biridir. Deprem sonrasında, hasar gören binaların tamiri veya yeniden yapımı için müteahhitlerin sorumluluğu tartışma konusu olmaktadır.
Müteahhitin Hukuki Sorumluluğu Nedir?
Müteahhitler, yaptıkları binaların yapımında teknik standartlara uyulmasından ve depreme dayanıklı malzemelerin kullanılmasından sorumludur. Bu nedenle, deprem sonrasında hasar gören bir binanın sorumluluğu müteahhitin omuzlarına yüklenir.
Müteahhitler, yapım sürecinde, gerekli tüm kontrolleri yapmak ve denetimlerden geçmekle yükümlüdürler. Yapım aşamasında, müteahhitin dikkatli ve özenli davranması, binanın depreme karşı dayanıklılığını sağlamak açısından önemlidir.
Hasar Gören Binaların Tamiri veya Yeniden Yapımı Nasıl Gerçekleştirilir?
Hasar gören binaların tamiri veya yeniden yapımı için, müteahhit ile iletişime geçmek gerekmektedir. Müteahhit, hasarın boyutunu ve nedenini inceleyerek, bir plan hazırlar ve gerekli izinleri alarak çalışmalara başlar.
Bina tamiri veya yeniden yapımı için, müteahhitin yanı sıra, bir mimar veya mühendis de görev alır. Mimar veya mühendis, hasar gören bina için bir proje hazırlar ve çalışmaların doğru bir şekilde yapılmasını sağlar.
Müteahhitin Sorumluluğu Çerçevesinde Tazminat Davası Açılabilir Mi?
Müteahhit, yaptığı binanın depreme dayanıklı olmadığı veya teknik standartlara uyulmadığı tespit edilirse, hasar gören bina sahipleri müteahhit hakkında tazminat davası açabilirler.
Tazminat davaları, müteahhitlerin yapım sürecindeki dikkatsiz davranışları nedeniyle ortaya çıkan zararlar nedeniyle açılır. Davalar, hasarın nedenine ve boyutuna bağlı olarak farklı şekillerde sonuçlanabilir.
Sonuç
Özetle, müteahhitlerin depreme dayanıklı binalar inşa etmek için teknik standartlara uyulmasından ve uygun malzemelerin kullanılmasından sorumlu olduğu açıktır. Hasar gören binalarıntamiri veya yeniden yapımı için, müteahhitlerle iletişime geçilmeli ve hasarın boyutu ve nedeni incelenmelidir. Bu süreçte, bir mimar veya mühendis de görev alarak çalışmaların doğru bir şekilde yapılması sağlanmalıdır.
Hasar gören binaların tamiri veya yeniden yapımı için müteahhitlerin yanı sıra, birçok diğer kurum ve kuruluş da görev alabilir. Belediyeler, bölgesel afet yönetim merkezleri ve sigorta şirketleri, hasarın tespiti ve tamiri için yardımcı olabilirler.
Müteahhitlerin depremdeki sorumluluğu hukuki açıdan çok önemlidir. Hasar gören bina sahipleri, müteahhitler hakkında tazminat davaları açabilirler. Bu davalar, müteahhitlerin yapım sürecindeki dikkatsiz davranışları nedeniyle ortaya çıkan zararlar nedeniyle açılır ve hasarın nedenine ve boyutuna bağlı olarak farklı şekillerde sonuçlanabilir.