
Ağır Ceza Mahkemesi Tabi Suçlar ve Süreleri

Kişisel Verileri Yayma Ve Ele Geçirme Suçu
Makale Başlıkları
Munzam ( Aşkın ) Zarar Davaları – Munzam Zarar ve Zararın İspatı ile ilgili detaylı bir makaleyi okuyorsunuz. Detaylı bilgi ve profesyonel destek için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Genel Olarak Borç İlişkileri
Hukuk sistemimizde borç ilişkisi borçlu ve alacaklı olarak adlandırılan tarafların aralarında bir edimin yerine getirilmesi amacıyla kurulan ilişkiye verilen addır. Taraflardan söz konusu edimi yerine getirme borcu altında olana borçlu, edimin yerine getirilmesini talep hakkına sahip olan kişiye ise alacaklı denilmektedir.
Bu edim bir şeyi verme, bir şeyi yapma veya yapmama biçiminde olabilmektedir. İki tarafa borç yükleyen borç ilişkilerinde taraflardan her ikisi de hem borçlu hem de alacaklı sıfatına sahip olmaktadır. Bu durum da her iki tarafın da bir borcun alacaklısı konumundayken bir diğer borç açısından borçlu konumunda olmasından kaynaklanır.
Borçlunun Borcunu İfada Temerrüde Düşmesi ve Temerrüdün Sonuçları
Borç ilişkisinde edimi ifa borcu altında olan kişi borcu zamanında ifa etmekle yükümlüdür. Borcun zamanında ifa edilmemesi borçlu nezdinde bazı ek yükümlülüklere neden olabilmektedir.
Borcunu ifa zamanı gelmesine rağmen ifa etmeyen borçlu borcun vadesinin gelmesiyle veya alacaklı tarafından borcunu ödemesine dair ihtar yapılmasıyla birlikte borcu ifada temerrüde düşmüş sayılır. Borcunu ifada temerrüde düşen borçlu edimin ifasıyla beraber bu edimden doğan borcu temerrüt faiziyle beraber ödemekle yükümlüdür.
Temerrüde düşen borçlu alacaklının borcun geç ifası nedeniyle oluşan zararlarını karşılamakla mükelleftir. Ancak borçlunun temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispatlaması halinde bu sorumluluktan kurtulması da mümkün kılınmıştır.
Asıl borcu ödemede temerrüde düşen borçlu için belirlenecek faiz oranı sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir.
Ancak sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faizi oranı, 1. fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının %100 fazlasını aşamaz. Sözleşmede faiz oranı kararlaştırılmakla beraber temerrüt faizi kararlaştırılmamışsa ve yıllık akdî faiz oranı da 1. fıkrada belirtilen faiz oranından fazla ise, temerrüt faizi oranı hakkında akdî faiz oranı geçerli olur.
Ayrıca temerrüt faizine karşı temerrüt faizi yürütülemeyeceğine dair kanun hükmü bulunduğuna da dikkat edilmelidir. Ek olarak Borçlu sayfasını inceleyebilirsiniz.
Temerrüt Faiziyle Karşılanamayan Zararlar
Temerrüt faizi işlenen durumlarda alacaklının zararının karşılanması amaçlanmaktadır. Buna karşın kanuna göre temerrüt faizi ticari olmayan işlerde %9 ticari işlerde %15,75 olarak belirlenmiştir. Bu durum ülkemizde son zamanlarda yaşanan ekonomik değişimler nedeniyle alacaklıyı mağdur eden bir sonuç ortaya çıkarmaktadır.
Şöyle ki enflasyon oranları hızla artmaya devam ederken faiz oranının sabit tutulması alacaklının halihazırda borcunu geç almasından kaynaklanan zararının daha da artmasına yol açmaktadır. Alacağını zamanında elde edemeyen alacaklının ise zararını karşılaması için başvurabileceği en önemli yol ise borçluya karşı aşkın (munzam) zarar davası açmaktır.
Munzam Zarar
Munzam zarar ya da kanundaki şekliyle aşkın zarar; alacaklının borcun ifasındaki gecikmeden kaynaklı temerrüt faizini aşan bir zarara uğraması halinde, borçlunun kendisinin herhangi bir kusuru bulunmadığını ispat edememesi nedeniyle bu zararı gidermekle yükümlü olması durumudur.
Halihazırda açılmış olan temerrüt faizine dair davada, davacının talebi üzerine hakimin esas hakkında karar verirken aşkın zararın miktarına da hükmetmesi mümkündür. Yargıtay içtihatlarına göre, kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür.
Munzam Zararın Karşılanması Talebi
Alacağın geç ödendiği durumlarda faizle karşılanmayan zararlarının karşılanmasını talep eden alacaklı, aşkın zararın tazminini asıl alacağın talebi için açılan davada ileri sürebileceği gibi ek bir dava açarak da talep edebilmektedir.
Aşkın Zarar Davasının Güncel Uygulamadaki Yeri
Borcunu geç ödeyerek temerrüde düşen borçlunun, alacaklının borcun geç ödenmesinden doğan aşkın zararını karşılaması gerekmektedir.
Ülkemizde son zamanlarda olduğu gibi yüksek enflasyon sorunu veya hızlı ekonomik değişimlerin yaşandığı ülkelerde paranın değeri ve alım gücü azalmaktayken bir ekonomi politikası olarak faiz oranının düşük tutulması sonucunda para borcunu geç ödeyen borçlu deyim yerindeyse ödüllendirilmiş olmaktadır.
Her ne kadar temerrüde düşen borçlu borcunu faiziyle beraber ödemek zorunda olsa da yıllar süren davalarda alacaklının gerçek zararı bu miktarın oldukça üzerinde kalmaktadır. Aşkın zarar düzenlemesi de işte burada önem kazanmaktadır.
Şöyle ki; Aşkın zararın talep edildiği davalarda, alacaklının kendisine ödenen faizin enflasyon oranının altında kaldığını ispat etmesi zararın oluştuğunun kabul edilmesinde yeterli olup alacaklının borcunu zamanında tahsil edebilseydi ne şekilde değerlendireceğini ve gelir elde edeceğini ispat etmesinin aranmamaktadır. Bu husus son zamanlarda Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla da kabul edilmektedir.
Munzam (Aşkın) Zarar Davasını Görmekte Yetkili ve Görevli Mahkeme
Kanunun ilgili maddesinde özel bir düzenleme öngörülmediğinden aşkın zarar davalarında yetkili ve görevli mahkeme genel görev ve yetki kurallarına göre belirlenmektedir.
Munzam (Aşkın) Zararın Tahsiline Yönelik Emsal Yargı Kararları
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı
ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. Başvurusu (Başvuru Numarası: 2014/2267), Karar Tarihi. 21/12/2017, R.G Tarih ve Sayı:25/01/2018-30312
(1)Kanunilik
61.Somut olayda derece mahkemelerince, bir kamu kurumu olan DSİ’den tahsiline karar verilen başvurucunun alacağına değişen oranlı reeskont faizi uygulanmıştır. Bu uygulamanın dayanağı ise 3095 sayılı Kanun’un 2. maddesi hükmüdür.
Bununla birlikte başvurucunun yararına hükmedilen alacağın faizini aşan bir zararı olduğu iddiası bulunmaktadır.
Başvurucunun bu iddia doğrultusunda 818 sayılı mülga Kanun’un 105. maddesi(6098 sayılı Kanun’un 122. maddesi) çerçevesinde açtığı munzam zararın tazmini davası ise Mahkemece reddedilmiş ve Yargıtayca onanan bu hüküm, karar düzeltme istemi de reddedilerek kesinleşmiştir (bkz. §§ 22-29).
62.818 sayılı mülga Kanun’un 105. maddesi ile 6098 sayılı Kanun’un 122. maddeleri kapsamında, aşkın zarar (munzam zarar) düzenlenmiştir. Buna göre alacaklı temerrüt faizini aşan bir zarara uğramışsa, bir başka deyişle alacaklının uğradığı zarar geçmiş günler faizinden fazlaysa borçlu kusursuzluğunu ispat etmedikçe bu zararı tazminle yükümlü kılınmıştır.
63.Ancak Bakanlığın da belirttiği üzere munzam zarara ilişkin olarak Yargıtayın birbirinden farklı iki uygulamasının mevcut olduğu görülmektedir.
Yargıtayın kimi kararlarında 6098 sayılı Kanun’un 122. maddesi (818 sayılı mülga Kanun’un 105. maddesi) gereğince, para borcunun geç ödenmesinden dolayı alacaklının temerrüde uğrayan alacağın ödenmemesi sebebiyle temerrüt faizini aşan zararı bulunduğunu somut delillerle kanıtlaması gerektiği kabul edilmiştir.
Bu kararlara göre yüksek enflasyon, döviz kurundaki artış, piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu alacaklıyı munzam zararın gerçekleştiğini ispat yükünden kurtarmaz (bkz. §§ 35, 36). İkinci görüş doğrultusundaki Yargıtay uygulamalarına göre ise munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmesindeki kusurudur.
Zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Bu kararlara göre enflasyonist ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimde bulunması, en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirilmesi olayların normal akışına ve hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmelidir. Bu karinenin aksini yani kusursuzluğunu ve sorumsuzluğunu kanıtlama ödevinin borçluya düştüğü kabul edilmiştir (bkz. §§ 37, 38).
64.Anayasa Mahkemesinin görevi bireysel başvurunun ikincilliği gereği sınırlı olup açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece Anayasa Mahkemesinin hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesi bakımından derece mahkemelerinin takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin munzam zarara ilişkin hukuk kurallarını yorumlamak veya başvurucunun buna ilişkin iddia ve delillerini değerlendirmek gibi bir görevi de bulunmamaktadır….
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
69.Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir.
Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır (Arif Güven, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, § 60).
70.Ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para; çeşitli ticari, sınai, zirai vs. faaliyetlerde kullanılmakla sahibine kazanç, kira, nema gibi yararlar sağlayan ekonomik bir değerdir. Paranın sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılması, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu doğurması yanında enflasyon etkisinde olan ekonomilerde değerini yani alım gücünü enflasyon oranına bağlı olarak yitirmesine neden olur.
71.Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi; borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak almak düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır (AYM, E.1997/34, K.1998/79, 15/12/1998).
72.Mülkiyet hakkı kapsamında alacağın geç ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).
73.Anayasa Mahkemesi; kanun koyucunun bir hak olarak öngördüğü veya kamu borcu hâline gelmiş ödemelerin geç yapılması nedeniyle mağdur olunduğu iddiasıyla yapılan başvurularda, alacakta veya hakka konu bedelde meydana gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde orantısız bir yük oluşturması hâlinde mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri; Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28, 25/2/2015).
Anayasa Mahkemesi ayrıca, mahkemelerce hükmedilen tazminatın yargılamada geçen süre nedeniyle enflasyon karşısında değer kaybettiğinin tespit edildiği bir başvuruda da ölçülülük yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Abdulhalim Bozboğa, B. No: 2013/6880, 23/3/2016). Bunun yanında sosyal güvenlik ödemeleri kapsamında mahkeme kararıyla hükmedilen emekli ikramiyesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesinin başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir (Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017)….
Yargıtay Kararı – 15. HD., E. 2020/967 K. 2021/859 T. 15.3.2021
Dava, davacı yüklenicinin davalı arsa sahipleri ile imzaladıkları kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin feshi sonucu … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/885 E. sayılı dosyası ile açılan ilk tazminat davası neticesinde karşılanamayan aşkın zararın tazmini istemine ilişkin olup, mahkemece, davanın reddine dair verilen kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nce davacı vekilinin tüm temyiz itirazları reddedilip verilen 08.10.2019 gün, 2016/5283 Esas, 2019/4089 Karar sayılı onama ilâmına karşı davacı karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
Munzam zarar, davanın dayanağı olan kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin düzenlendiği 22.09.1994 ile … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/885 E. sayılı davanın açıldığı tarihlerde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 105/1 ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122/1. maddesinde düzenlenmiştir. Munzam (Aşkın) Zarar Davaları ile ilgili makaleyi okuyorsunuz, detaylı bilgi almak için iletişim sayfamızdan bizlere ulaşın.
Borçlar Kanunu’nun 105/I. maddesinde munzam zarar başlığı altında yapılan düzenleme ile
“Alacaklı düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.” denilmek suretiyle alacaklının temerrüt faizini aşan zararını borçlunun kusurunun bulunmadığını ispat edememesi halinde ödemekle yükümlü olduğu kabul edilmiştir. Munzam (Aşkın) Zarar Davaları ile ilgili makaleyi okuyorsunuz, detaylı bilgi almak için iletişim sayfamızdan bizlere ulaşın.
6098 sayılı TBK’nın 122/1. maddesinde de “”Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”” şeklinde BK’nın 105. maddesindeki düzenlemeye paralel ve dili sadeleştirilmiş bir hüküm getirilmiştir.
TBK’nın yürürlüğe girmesini düzenleyen 6101 sayılı Yasa’da bu konuda açık bir düzenleme bulunmadığı ve munzam zararla ilgili bir değişiklik söz konusu olmadığından değerlendirmenin kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin kurulduğu ve davaların açıldığı tarihlerde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 105/I. maddesi kapsamında yapılması gerekir.
Yargıtay HGK’nın 10.11.1999 gün ve 13-353/929 sayılı kararında vurgulandığı üzere; Munzam zarar sorumluluğu kusura dayanan borçlu temerrüdünün hukuki bir sonucudur ve alacaklının zararının faizi aşan bölümüdür.
Borçlu para borcunun vadesinde ödemediğinde (temerrüt) oluştuğunda sözleşme veya yasada belirlenen “gecikme faizi” ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK’nın 103. maddesi uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir.
O nedenle alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır. Bunun dışında, alacaklının uğradığı zararın temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması durumlarında ise, davada uygulanması gereken BK’nın 105. maddesi gündeme gelir.
Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir.
BK 105. kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekâletsiz iş görme olabilir. Munzam (Aşkın) Zarar Davaları ile ilgili makaleyi okuyorsunuz, detaylı bilgi almak için iletişim sayfamızdan bizlere ulaşın.
Bu bağlamda hemen belirtelim ki, munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuki aykırılıktır. O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (BK 105), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur.
Munzam zarar bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyla, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sonuç ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi (BK’nın 105/2) takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez.
Hâl böyle olunca, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazî kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile on yıllık zamanaşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür. Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır.
BK’nın 105. maddesi kusur karinesini benimsemiştir. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur.
Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun tümerrüde düşmedeki kusurunun varlığı asıldır.
Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Munzam (Aşkın) Zarar Davaları ile ilgili makaleyi okuyorsunuz, detaylı bilgi almak için iletişim sayfamızdan bizlere ulaşın.
Alacaklı, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak, temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir.
Dairemizce uzun yıllar munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu,
21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru nolu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği,
bu tesbite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında,
hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesinin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları,
mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Munzam (Aşkın) Zarar Davaları ile ilgili makaleyi okuyorsunuz, detaylı bilgi almak için iletişim sayfamızdan bizlere ulaşın.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelince;
davacı yüklenicinin bu davadaki talebi 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 105/1 ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122/1. maddesinde düzenlenen aşkın zarara ilişkin olup, … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/885 E. sayılı dosyası ile açılan ilk tazminat davasında karşılanmayan zararlarının varlığı ve miktarını mahkemenin de kabulünde olduğu gibi somut delillerle ve yeterince kanıtlayamamışlardır.
Ancak, ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon, artan fiyatlar, döviz artışı vs. gibi olgular nedeniyle her zaman alacaklıların zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağından,
öncelikle munzam zarar talep edilen alacakla ilgili temerrüt tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin resmi kurumlardan sorulup tesbit edildikten sonra,
oluşturulacak munzam zarar hesabı konusunda uzman bilirkişi kurulundan, tahsiline karar verilen davacı alacağının temerrüt tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması ve değerlendirilmesi halinde tahsil tarihlerinde asıl alacakla birlikte getirisinin ulaşabileceği miktar ile tahsiline hükmedilen asıl alacak ve bu alacak için temerrüt tarihinden tahsil tarihlerine kadar davacının tahsil edebileceği ve tahsil ettiği faiz miktarı ve toplam miktar ve bu şekilde bulunacak toplam miktarlar arasındaki fark konusunda gerekçeli,
mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi yerine
… 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/885 E. sayılı dosyası ile davacının tazminat talebinin hüküm altına alındığı gerekçesi ile davanın reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.
Yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulması gerekirken onandığı, bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından, davacının karar düzeltme talebinin kabulü uygun görülmüştür. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme taleplerinin kabulü ile Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 08.10.2019 gün 2016/5283 Esas, 2019/4089 Karar sayılı onama kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harç ile karar düzeltme harcının istek halinde davacıya iadesine, 15.03.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi. Munzam (Aşkın) Zarar Davaları ile ilgili makaleyi okuyorsunuz, detaylı bilgi almak için iletişim sayfamızdan bizlere ulaşın.
Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2018/1512 K. 2019/3201 T. 29.4.2019
Dava, munzam zararın tahsili istemine ilişkindir. Somut olayda davacı, 09.12.1999 tarihinde F1 A.Ş’ye yatırdığı 450.000,00 TL’nin usulsüz olarak off shore hesaplarına aktarıldığını, müteaddit başvuruya rağmen ödenmeyen paranın tahsili için davalı banka aleyhine ikame ettiği dava lehine sonuçlansa da söz konusu parayı ancak yatırılma tarihinden 16 yıl sonra ve sadece ana paraya işletilen temerrüt faizi ile birlikte tahsil edebildiğini,
oysa, paranın erken tahsil edilmesi halinde yatırım yapabileceğini, yatırım yapmasa bile parayı atıl durumda tutmayarak faize faiz işletmek suretiyle değerlendirilebileceğini,
söz konusu paranın sadece ana paraya işletilen temerrüt faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi sebebiyle faizi de aşan bir munzam zararının oluştuğunu iddia ederek huzurdaki davayı açmış,
ilk derece mahkemesince, munzam zarar iddiasının somut delillerle ispat edilemediğinden bahisle davanın reddine karar verilmiş, anılan karara karşı davacı vekilince yapılan istinaf başvurusu ise bölge adliye mahkemesince yazılı gerekçelerle esastan reddedilmiştir.
6098 sayılı TBK’nın 122. maddesi (Mülga BK’nın 105.) maddesi uyarınca, alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. Kanun koyucu para borcunun geç ödenmesi halinde bir zararın mevcut olduğunu kural olarak benimsemiş, bu zararın tazminini iki bölümde düşünmüştür.
Birinci bölüm, ispat edilmeden tahsili talep edilebilecek zarar miktarı olup, bu zararın temerrüt faizi ile karşılanması kabul edilmiştir. Bunun dışında alacaklının herhangi bir karineden istifade etmek olanağı yasal olarak mevcut değildir.
Bu nedenle, munzam zarar isteminde bulunan alacaklı öncelikle borçlunun borcunu geç ödemesi nedeniyle uğradığı zararın temerrüt faizi ile karşılanamadığını, temerrüt faizini aşan bir zarara uğradığını ispat etmelidir.
Alacaklı, borçlunun ilk temerrüde düştüğü tarihten alacağını faizi ile birlikte tahsil ettiği tarihe kadar olan dönem için munzam zararını isteyebilecektir. Munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır.
O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (TBK md. 122), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur.
Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. TBK’nın 122. maddesi (Mülga BK’nın 105.) kusur karinesini benimsemiştir. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur.
Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır.
Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir.
Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir. Bu itibarla, munzam zarar davalarında alacaklının (davacının) ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı, genel ispat yöntemlerinde olduğu gibi her olayın kendi yapısı ve özelliği içinde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
Ülkemizde süregelen enflasyonun belli yıllarda yüzde yüzlerde seyrettiği,
vadeli mevduatların en az bu oranlarda gelir getirdiği, yabancı para değerinin (kurların) her zaman temerrüt faiz oranlarını aştığı, banka kredileri faizlerinin yüzde iki yüze kavuştuğu,
paranın iç alım (satım) alma değerinin büyük ölçüde azaldığı tartışmasız ve yaşanan bir gerçek olduğu çok açıktır.
Böyle bir enflasyonist ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimlerde bulunması, örneğin en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirmesi, olayların normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur.
Gerçekte de, anlatılan enflasyonist ortamda yaşayan makul, normal bir kişinin parasını atıl biçimde elde tutmayacağı, gelir getirici bir yatırıma dönüştüreceği, insan yapısının ve menfaatlerini koruma içgüdüsünün de doğal bir sonucudur. Hal böyle olunca, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en önemlisi gerekli olduğu taktirde bilinebilmesinin kolayca gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerin de bilgisi altında olan vakıalar olarak kabulü gerekir. Munzam (Aşkın) Zarar Davaları ile ilgili makaleyi okuyorsunuz, detaylı bilgi almak için iletişim sayfamızdan bizlere ulaşın.
Munzam zararın enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz kurlarının da istikrar kazandığı dönemlerde doğmuş olması halinde ise, ispat yükü bakımından durum farklı olup, buna ilişkin Dairemiz’in uygulaması, alacaklının munzam zararını somut olarak kanıtlaması gerektiği yönündedir.
Somut olayda, davaya konu paranın 09.12.1999 tarihinde Egeabank A.Ş’ye yatırıldığı ve 09.05.2016 tarihinde temerrüt faizi ile birlikte tahsil edildiği, munzam zararının oluştuğu iddia edilen dönemin 16 yıllık bir süreci kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, mahkemece, munzam zararın oluşumundaki zaman kesitinin ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeden tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi isabetli görülmemiştir.
Bu durumda, ilk derece mahkemesince, munzam zararın ispatı noktasında yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek,
Dairemizin yerleşik içtihatlarında belirtildiği şekilde sepet formülüne göre munzam zararı hesabı yapılması, bu doğrultuda, munzam zararın tespit edilebilmesi için borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin gerçekleştirildiği güne kadar geçen süre içerisinde her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları,
Türk Lirası karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya kuruluşlardan araştırmak,
bu sahada uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılmak suretiyle bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücü azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarının yukarıda değinilen unsurların toplanıp,
ortalamaları bulunarak belirlenmek ve istenilen alacağın temel hukuki yapısı nedeniyle bir tazminat alacağı niteliğinde olduğundan ve bu zararın oluşmasında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ortamın da etkili bulunduğu ve bundan ülkede yaşamını sürdüren gerçek veya tüzel kişilerin etkilenmemesinin kaçınılamaz olduğu ve nihayet her somut olayın özelliği de dikkate alınarak,
bulunacak miktarın TBK’nın 50 ve 51. maddeleri (mülga BK’nun 42 ve 43.) çerçevesinde değerlendirmeye de tabi tutularak belirlenmesi ve bundan sonra bulunan bu zarar miktarından davacının alacağını tahsil ederken aldığı temerrüt faizi miktarı düşülerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde davacının munzam zararının olup olmadığı ve miktarı tayin ve tespit edilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 29/04/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Faydalı Linkler: