- +90 312 911 1168
- info@mdmhukuk.com
- Kızılırmak Mah. 1443. Cad. Ankara 1071 Plaza A Blok No:25/58 06510 Çankaya/ANKARA
Makale Başlıkları
Kamu davası, devletin toplum çıkarlarını korumak için açtığı hukuk davasıdır. Yani, kamu yararını koruma amacı güder. Genellikle, suçların cezalandırılması için açılır. Kamu davası, savcılar tarafından açılır. Hukuk sisteminde önemli bir rol oynar. Suçluların cezalandırılmasında temel bir araçtır.
Kamu davası, halkın adalet arayışını temsil eder. Hukuki süreçlerde, eşitliği ve adilliği sağlamada kilit bir rol oynar. Kamu davası, yasa ihlallerini önlemeye yardımcı olur.
Kamu davası nedir hangi durumlarda kamu davaları açılır makalesini okuyorsunuz. Kamu düzeni, kamu sağlığı, genel ahlak, gibi toplumu ilgilendiren konularda suç işlenmesi halinde; Topluma yahut devlete herhangi bir zarar gelmiş ise işlenen suçun cezalandırılabilmesi amacıyla Cumhuriyet savcısı tarafından kamu adına kamu davası açılmaktadır.
Kamu davasından kasıt, toplum karşı işlenmiş olan suçlara karşı yürütülen ceza soruşturması ve kovuşturmasıdır. Şikâyete tabi suçlarda (Basit yaralama vb.) şikâyet şartının gerçekleşmesiyle, takibi şikâyete bağlı olmayan suçlarda (kasten öldürme vb.) ise savcılık makamı tarafından re’sen inceleme başlatılmaktadır.
Cumhuriyet savcısının deliller ve ihbarlar üzerine yapacağı incelemenin sonucunda yeterli suç şüphesinin oluşmaması sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmektedir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı sonucu dosya soruşturma aşamasında sonlanmaktadır.
Cumhuriyet savcısının incelemesi sonucunda yeterli suç şüphesi oluşmuş ise görevli mahkemeye gönderilmek üzere iddianame düzenlenir. İddianamenin içerisinde suça dair bilgiler ve deliller yer almaktadır.
Savcılık makamınca yapılacak incelemelerde yeterli suç şüphesinin oluşması halinde; savcılık makamın kamu davası açma yükümlülüğü vardır. Kamu davası açılacak kişiler hakkında kesin bir suç isnadı olması gerekmemektedir. Bu hususta savcılık tarafından, kişide yeterli suç şüphesi görülmesi halinde kamu davası açılmaktadır.
Yeterli şüphenin oluştuğu durumlarda savcılık makamı tarafınca iddianame hazırlanmaktadır. İddianamenin içerisinde kısaca; faile dair bilgiler, mağdura dair bilgiler, suça ve ilgili kanun maddesine dair bilgiler ve isnat edilen suça dair bilgiler yer almalıdır. İddianamenin içeriğinde olması gereken hususlara dair daha detaylı sıralama Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 170 maddesinde sayılmaktadır.
İddianamenin yetkili ve görevli mahkeme tarafından kabul edilmesi halinde kamu davası açılmış olmaktadır. Fakat mahkeme iddianamede eksikler bulunduğunu düşünürse savcılık makamına iddianameyi iade edebilmektedir. İddianamenin iade edilmesi durumunda savcılık makamı yeniden inceleme yapmakta ve iddianameyi yeniden düzenlemektedir.
Her ne kadar yukarıdaki bölümlerde kamu davasının açılmasının zorunluluğundan bahsetmiş olsak da; kanun koyucu bu konuda, savcılık makamına bazı istisna takdir yetkileri vermiştir.
Bahsettiğimiz bu takdir yetkisi sınırsız bir takdir yetkisi değildir. Takdir yetkisinin sınırları Ceza Muhakemeleri Kanunu 171. madde düzenleniştir.
CMK 171. madde uyarınca; Cezayı kaldıran şahsî sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren koşulların ya da şahsî cezasızlık sebebinin varlığı halinde savcılık makamı tarafından kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilebilmektedir. Ayrıca kamu davaları yanı sıra çevre ve şehircilik bakanlığı resmi web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Kanun koyucunun, kamu davası açma zorunluluğuna getirmiş olduğu bir diğer istisnai hal ise Kamu davasının açılmasının ertelenmesidir.
Kamu davasının açılmasının ertelenmesi, kamu davası açılmasına dair haklar saklı tutulmakla beraber gerekli şartlar (CMK 171/2) oluşması halinde kovuşturma aşamasına geçilmemesine denilmektedir.
Ertelemenin üst sınırı 5 yıldır. 5 yıl içerisinde şüpheli kasıtlı olarak herhangi bir suç işlemez ise hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmektedir. Kamu davasının ertelenmesi kararı adli sicil kaydında ilgili bölüme kaydedilmektedir.
Bu kayıt yalnızca bağlantılı olan soruşturma ve kovuşturma için, ilgili cumhuriyet savcısı ve hâkimler tarafından görülebilmektedir. 5 yıllık süresin dolması üzerine verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile adli sicilde bulunan kamu davasının ertelenmesi kararı bölümü silinmektedir.
Eğer şüpheli 5 yıllık süre zarfında kasıtlı olarak herhangi bir suç işler ise ertelenmiş olan kamu davası işleme konmakta ve kovuşturma aşamasına geçmektedir. Kamu davasının ertelenmesi kararına suçtan zarar gören kişiler itiraz edebilmektedir. Yapılacak itirazların süresi tebliğ tarihinden itibaren 15 gündür.
Kamu davasının düşmesi 2 şekilde olabilmektedir. Bunlardan ilki suç için kanunlardan öngörülmüş olan zamanaşımı süresinin dolmasıdır. Zamanaşımı süresi dolmuş suçlar için ceza verilememektedir.
Bu sebepten kaynaklı zamanaşımına uğramış olan suçlar için açılmış olan davalar düşürülmektedir.
İkinci olarak ise şikâyete bağlı olan suçlar için açılmış davalarda şikâyetin geri alınması ile dava düşmektedir. Bu hususta dikkat edilmesi gereken husus suçun şikâyete bağlı olup olmadığıdır. Şikâyete bağlı olmayan, savcılık tarafından re’sen açılan davalarda mağdur şikâyetini geri alsa dahi, kamu düzeninin korunması amaçlı dava devam etmektedir.
Yargılamanın devam ettiği kamu davalarında olayın somut olayın aydınlatabilmesi için mağdurun beyanları dinlenilmektedir. Duruşmada mağdura şikâyetçi olup olmadığı, davaya katılıp katılmayacağı sorulur.
Şikâyete bağlı olmayan suçlarda mağdur şikâyetçi olmasa dahi kamu davası görülmeye devam etmektedir. Fakat mağdurun bu davalara katılabilmesi için şikâyetçi olması ve katılma talebinde bulunması gerekmektedir.
Kamu davasına katılmış olan mağdura, dava ile ilgili tebligatlar yapılır ve yargılama süreci ile bilgilendirme yapılmaktadır. Ayrıca mağdur katılmış olduğu kamu davasının sonucunda verilmiş olan kararı kanun yoluna taşıyabilmektedir. Verilen hükme itiraz edilebilmesi, mağdur açısından kamu davasına katılma hususunda önem arz etmektedir.
Kamu davalarında hâkim, elde edilen deliller ve tarafların beyanını göz önüne alarak kanunlarda uyarınca karar vermektedir. Kanunlarda cezalar kesin olarak belirtilmemekle beraber, verilebilecek cezanın alt ve üst sınırları düzenlenmiştir. Bu hususta hâkim, somut olaya göre takdir yetkisini kullanmaktadır.
Kamu davalarının sonucunda cezaya hükmedilebileceği gibi beraat kararı da verilebilmektedir. Verilecek cezalar adli para cezası ve hapis cezasıdır.
Ayrıca hâkim tarafından cezanın ağırlığı ve sanığın durumu göz önüne alınarak Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılması kararı da verilebilmektedir.
Bu karar sonucunda sanık hakkında herhangi bir işlem uygulanmamakla beraber 5 yıl içerisinde herhangi bir ceza alması durumunda geriye bırakılmış olan ceza da infaz edilmektedir.
Bir suçun meydana geldiğinin öğrenildiği tarihten itibaren yargılama sürecine hazırlık aşamaları başlamaktadır. Takibi şikayete bağlı suçlardan şikayet savcılığa bildirilikten sonra, takibi şikayete bağlı olmayan suçlarda ise savcılık kendiliğinden (resen) inceleme başlatmaktadır.
Yeterli suç şüphesinin oluştuğu hallerde iddianamenin hazırlanması kamu davasının açılacağından bahsetmiştik.
Kamu davası açılmasına neden olacak resen araştırılacak suçlara; tehdit suçu, hakaret suçu, kullanma hırsızlığı, mala zarar verme, kasten yaralama suçunun basit hali, konut dokunulmazlığını ihlal, hileli iflas ve benzeri birtakım suçlar örnek gösterilebilmektedir. Şikayet üzerine kamu davası açılmasına neden olacak suçlara ise; kasten öldürme, kasten yaralama, hırsızlık, dolandırıcılık, çocuk düşürme, şantaj suçları örnek olarak verilebilir.
Takibi resen yapılan suçlarda yakınan olarak da adlandırılan mağdurun şikayetine gerek olmaksızın kamu davasının açılacağı bilinmektedir. Bazı dosyalarda kamu hukuku olarak bir taraf bulunduğunu görürüz.
Bununla birlikte görülen kamu davasında suçtan zarar görenin davayı taraf olarak takip etme hakkı bulunmaktadır. Ne var ki suçtan zarar görenin davaya katılmasının zorunlu tutulması mümkün değildir. Ayrıca kişinin kamu davasına katılmak istememesi gibi sonradan da katılma hakkını kullanmaktan vazgeçmesi mümkündür.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak; Müşteki E. İ.’ın suçtan zarar görme ihtimali nedeniyle yargılamanın her aşamasında kamu davasına katılma hakkı bulunduğu,
CMK’nın 233 ve 234. maddeleri gereğince, kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, yöntemince dinlenilmeden ve yasal haklarını kullanma olanağı sağlanmadan ve şikayetten vazgeçtiğine ilişkin bir dilekçe ve beyanı olmadığı gibi soruşturma evresinde de şikayetçi olduğu gözetilmeden, şikayetten vazgeçme nedeniyle düşme kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 05/05/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; kovuşturma aşamasında müştekinin sanıklardan şikâyetçi olduğunu, müşteki vekilinin de sanıkların cezalandırılmasını talep ettiği somut olayda, müşteki vekilinin temyizi üzerine inceleme yapan Özel Dairece, müşteki ve vekilinden davaya katılmak isteyip istemediklerinin sorulmaması suretiyle
5271 sayılı CMK’nun 238/2. maddesine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmesinin isabetli olup olmadığı ve bu bağlamda Özel Dairece katılma konusunda bir karar verilmesinin mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından; Müştekinin 08.06.2011 tarihli oturumda sanıklardan şikâyetçi olduğunu beyan ettiği, müşteki vekilinin de 10.10.2011 tarihli dilekçesiyle sanıkların cezalandırılmasını talep ettiği, yüzüne karşı açıklanan kararı süresinde temyiz eden müşteki vekilinin temyiz dilekçesinde, sanıkların cezalandırılması talebinde bulunduğu, ancak katılma konusunda açıkça bir istemde bulunmadığı anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nun “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır” , Aynı kanunun “Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
“1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.
4) Sulh ceza mahkemesinde açılmış olan davalarda katılma hususunda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemelerinde kovuşturma aşamasında hüküm verilinceye kadar, suçtan zarar gören, mağdur veya malen sorumlu olanların, mahkemesine bir dilekçe vermek veya katılma istemini içeren sözlü başvurularının tutanağa geçirilmesi suretiyle kamu davasına katılabilecekleri hüküm altına alınmıştır.
Kanun yolu yargılamasında katılma isteminde bulunulmasının mümkün olmadığı kural olarak benimsenmiş olmakla birlikte, 5271 sayılı CMK’nun 260. maddesinde, katılma isteği reddedilmiş veya karara bağlanmamış olanların kanun yollarına başvuru hakkı bulunduğu belirtilerek, böyle bir başvuru halinde, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi halinde inceleme merciince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
TBMM’ne sunulan tasarıda, ilk derece mahkemesince reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin istinaf yolu başvurusunda açıkça belirtilmek şartıyla karara bağlanacağı belirtilmiş ise de, Tasarının 249. maddesinin 2. fıkrasındaki,
“Bölge Adliye Mahkemesi” ve “İstinaf” ibareleri “Kanun yolu” şeklinde değiştirilerek 237. madde bütünlüğü altında kabul edilmiş bulunduğundan, kanun yolu ibaresinin temyiz incelemesini de kapsadığını kabul etmekte zorunluluk bulunmaktadır.
CMK’nun 238. maddesindeki katılmaya ilişkin merasimin Yargıtayca yerine getirilmesinin imkansızlığı nedeniyle, katılma isteminin Yargıtay tarafından karara bağlanamayacağı ileri sürülebilir ise de,
238. madde, usulüne uygun bir katılma istemi üzerine ilk derece mahkemesince yapılması gereken işlemleri belirtmekte olup,
237. maddenin 2. fıkrasındaki istisnai durumu kapsamamaktadır.
237/2. madde hükmünün katılma istemleri hakkında özel bir düzenleme getirdiği, usul ekonomisi amacı güttüğü ve
238. maddede öngörülen genel usule üst derece mahkemelerinde özel bir istisna oluşturduğu nazara alındığında, Yargıtayca katılma istemi konusunda, temyiz incelemesi aşamasında herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadan karar verilmesinin mümkün bulunduğu ahvalde öncelikle dairesince karar verilmeli, bu suretle AİHS’nin 6. maddesi bağlamında makul sürede yargılanma ilkesi hayata geçirilmeli, araştırma zorunluluğunun doğduğu ahvalde ise bu husus bozma nedeni yapılarak sorun çözümlenmelidir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Müştekinin 08.06.2011 tarihli oturumda sanıklardan şikayetçi olduğunu beyan etmesi ve müşteki vekilinin 10.10.2011 tarihli dilekçesiyle sanıkların cezalandırılmasını talep etmesinin sanıklar hakkında açılan davaya katılma istemi niteliğinde bulunduğu gözetilmeden katılma konusunda yerel mahkeme tarafından olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeyen somut olayda,
Müşteki vekilinin temyiz dilekçesinde katılma konusunda karar verilmesi yönünde açıkça bir isteğinin bulunmadığı, dolayısıyla Özel Dairece bu konuda bir karar verilmesinin mümkün olmadığı düşünülebilir ise de; müşteki ve vekilinin kovuşturma aşamasında istikrarlı bir şekilde sanıkların cezalandırılmasını talep etmesinin ve müşteki vekilinin,
Yerel mahkeme hükmünü temyiz etmiş olmasının, kanun yolunda da davayı takip iradesini eylemli olarak ortaya koyduğu ve bu davranışın yerel mahkemece karara bağlanmayan katılma talebinin inceleme merciince incelenip karara bağlanmasına yönelik bir istemi de kapsadığı kabul edilmelidir.
Böyle bir kabul ile yargılamaların gereksiz yere uzamasının, dolayısıyla da davaların zamanaşımına uğramasının önüne geçilebilecektir.
Aksi takdirde yerel mahkeme hükmünün, katılma konusunda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği gerekçesiyle bozulması yargılamanın gereksiz yere uzaması sonucunu doğuracaktır ki, bu durum “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” şeklinde düzenlenmiş olan Anayasanın 141/4. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesine aykırılık oluşturacaktır.
Katılma konusunda Yargıtay ilgili dairesince karar verilmesi halinde, katılan sıfatını kazanan kişinin özellikle, iddia ve delillerini bildirme haklarını kullanamayacağı, diğer taraftan katılma konusunda karar verilmeden önce Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa müdafii dinlenilmeden karar verilmek suretiyle
5271 sayılı CMK’nun 238/3. maddesine aykırılık oluşturulacağı ve sanık yönünden savunma hakkının sınırlandırılması sonucunu doğuracağı eleştirisi getirilebilir ise de; Ceza Genel Kurulunun 28.02.2012 gün ve 294–64 sayılı kararında,
Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa müdafiinin görüşü sorulmadan katılma kararı verilmesinin nispi nitelikte bir hukuka aykırılık olduğu ve esasa etkili bulunmadığı sonucuna ulaşılmış olup, böyle bir durumda savunma hakkının sınırlandığından söz edilemeyecektir.
Mahkemenin “maddi gerçeği araştırma ilkesi” ile 5271 sayılı CMK’nun “Mağdur ile şikayetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinde; mağdur ile şikâyetçinin soruşturma evresinde “delillerin toplanmasını isteme”, kovuşturma evresinde ise “tutanak ve belgelerden vekili aracılığı ile örnek alma ve tanıkların davetini isteme” haklarının bulunduğunun kabul edilmiş olması karşısında da, ilgili katılan sıfatını kazanmadan dahi bu haklarını kullanabileceğinden, sonuç olarak iddia ve delillerini bildirme hakkının kullanılmaması da söz konusu olmayacaktır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, müştekinin katılma istemi konusunda bir karar verilmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 09.01.2013 gün ve 7482-103 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, müştekinin katılma istemi konusunda bir karar verilmesi için Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.02.2015 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
Esas No. : 1998/3023
Karar No. : 1998/2709
Karar tarihi : 08.10.1998
Ölüm Sebebi İle Kamu Davasının Düşmesi Karar Tetkik Hakimi: İffet GÜNGÖR
Sanıklar: 1- … – … İli … Köyünde Geçici Köy Korucusu.
2- … Aynı yerde Geçici Köy Korucusu. 3 – … –
Suçları : Çatışma sırasında kendilerine zimmetli olan silahlar ile bu silahlara ait malzemelerin teröristlerin eline geçmesine sebebiyet vermek.
Suç Tarihi : 8.8.1997
İl Yönetim Kurulu Kararı : Ölüm sebebi ile kamu davasının düşmesine.
Karara İtiraz Eden : Yok
İncelenme Nedeni : Yasa gereği kendiliğinden
… Valiliğinden 23.9.1998 gün ve 02/281 sayılı yazı ile gönderilen soruşturma dosyası ve il yönetim kurulunca verilmiş bulunan 25.8.1998 gün ve 1998/36 sayılı karar incelenerek gereği görüşüldü:
Sanıkların, çatışma sırasında kendilerine zimmetli olan silahları ile bu silahlara ait malzemelerin teröristlerin eline geçmesine sebebiyet verdikleri iddia edilmekte ise de olayın, adları geçen geçici köy korucularının şehit olmalarından sonra gerçekleştiğinin anlaşılması bakımından suç oluşmadığı halde soruşturma yapılıp ölüm nedeniyle kamu davasının düşmesine ilişkin olarak verilen kararda isabet bulunmadığından kararın bu nedenle bozularak karar verilmesine yer olmadığına 08.10.1998 gününde oybirliği ile karar verildi.
Esas No. : 2009/22283
Karar No. : 2009/16336
Karar tarihi : 14.10.2009
İftira • Cumhuriyet Savcısının Delil Değerlendirmesi • Kamu Davasının Mecburiliği • Hırsızlık • İftira
İftira suçundan şüpheli Naci haklarında yapılan soruşturma evresi sonucunda Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 06.06.2008 tarihli ve 2008/13464 soruşturma, 2008/20956 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar itirazın reddine ilişkin Manavgat Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’nca verilen 30.12.2008 tarihli ve 2008/2552 değişik iş sayılı kararının Adalet Bakanlığınca 18.08.2009 gün ve 2009/45551 sayılı yazısı ile yasa yararına bozulmasının istenmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet BaşsavcıIığı’nın 10.09.2009 gün ve 2009/199267 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi:
5271 sayılı Yasa’nın 309. maddesi uyarınca yasa yararına bozma isteyen tebliğnamede;
“Tüm dosya kapsamına göre, şüphelinin aynı apartmanda komşu olduğu müşteki ile aralarında mevcut önceye dayalı husumet sebebiyle hırsızlık suçundan şikâyette bulunarak hakkında soruşturmaya başlanıp,
evinde arama yapılmasına sebebiyet verdiği, yürütülen soruşturma sonucu soyut iddia dışında delil bulunmadığı gerekçesiyle Antalya Cumhuriyet Başsavcılığımın 20.09.2005 tarihli ve 2005/43420 soruşturma,
2005/15851 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği olayda, şüphelinin üzerine atılı eylemi ile ilgili olarak kamu davası açılması için yeterli şüphe bulunduğu ve mevcut delillerin mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden İtirazın kabulü yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir.
Gereği görüşüldü;
5271 sayılı CYY’nin 170/2. maddesi uyarınca; “soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.” Bu hüküm dolayısıyla yasa tarafından Cumhuriyet savcısına, toplanan delilleri değerlendirme yetkisi verilmiş ve yapılacak değerlendirme sonucunda yeterli şüphe oluşturduğu kanısına ulaşılması durumunda kamu davasının açılması zorunlu görülmüştür.
Görüldüğü üzere Ceza Yargılama Yasamız, kovuşturma mecburiyeti ilkesini benimsemiş ise de, bu ilke Cumhuriyet savcısının delilleri değerlendirme yetkisini ortadankaldırmamaktadır.
1412 sayılı CYY’nin 163/1. maddesinde bu konuda “yeterli delil” ölçütünü esas almasına karşın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 07.03.1983 tarihli ve 7/105 sayılı kararında da “Cumhuriyet savcısının tüm olayları ve delilleri değerlendirebileceği ve mevcut delillerin kamu davasının açılmasını haklı
gösterecek olgu ve delil olarak kabulünün mümkün olmaması durumunda takipsizlik kararı verebileceği” belirtilmiştir. “Yeterli şüphe oluşması” Ölçütünü kabul etmiş bulunan 5271 sayılı CYY’nin 170/2. maddesi bakımından da doktrinde şu değerlendirmeler yapılmıştır:
“Cumhuriyet savcısı delilleri değerlendirmek zorundadır. İşin niteliği, Cumhuriyet savcısının delilleri takdir etmesini gerektirir.
Burada önemli olan, yeterli delil’den ne anlaşılması gerektiğidir. Şüphenin derecelerine geri dönülecek olursa, mevcut delillerle bir mahkûmiyet kararının çıkması muhtemel ise yeterli şüpheden söz edilebilir.
Ancak dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Şüphelinin fail olması ihtimalinin yüksekliği Önemli değildir. Önemli olan husus, dava açıldığı takdirde, mahkeme önünde deliller aracılığıyla şüphelinin o suçu işlediğinin ne ölçüde tartışılabileceği ve mahkûmiyetin ne derece mümkün olacağıdır.
Mahkûmiyetin gerçekleşebileceği tahmini, duruşmada mahkûmiyet için aranan tüm ölçütlerin kullanılmasını gerektirir. Cumhuriyet savasının bakış açısına göre kovuşturulması gereken bir suçun varlığı halinde iddianame düzenleme yükümlülüğü doğmaktadır.
Suçun her bir unsuruna ilişkin deliller yeterli dereceye ulaştığında, iddianame düzenleme mecburiyeti söz konusu olacaktır. Örneğin hukuka uygunluk nedenleri bulunduğunda suçtan söz edilemeyeceğinden, bu halde, Cumhuriyet savcısının iddianame düzenleme yükümlülüğü doğmayacaktır.
Aynı şekilde, örneğin dava konusu fiilin zamanaşımına uğramamış veya sanığın dava ehliyetini sürekli kaybetmemiş olması gerekir.
Cumhuriyet savcısı tüm bunları göz önüne alarak değerlendirme yapmalıdır.” (Prof. Dr. Nur Centel-Doç. Dr. Hamide Zafer; Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, İstanbul 2008, s. 442)
“Toplanan delillerin, kamu davası açmak üzere iddianame düzenlemek için yeterli olup olmadığının takdiri, bunun için de delillerin değerlendirilmesi yetkisi savcıya aittir. Bu bağlamda savcı, soruşturma konusu eylemin ceza hukuku sorumluluğunu gerektirip gerektirmediğini de takdir edebilecek, bunun için de eylemin hukuki nitelemesini yapabilecektir.” (Prof. Dr. Cumhur Şahin, Ceza Muhakemesi Hukuku, I, Ankara 2007, s. 114)
İncelenen dosyada, yakınanın avukatı aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği 11.03.2008 havale tarihli dilekçe ile,
Kendisini üst kattaki konuta balkondan girerek hırsızlık yapmakla suçlayan şüpheli hakkında iftira nedeniyle dava açılması isteminde bulunduğu, bu iddiayla ilgili olarak yakınan ve şüphelinin ve dilekçede tanık olarak gösterilen üç kişinin ifadelerinin alındığı, şüphelinin savunmasında,
Suç tarihinde yakınanın alt katta oturduğu için merdiven dayayıp evine girerek hırsızlık yaptığını, bizzat kendi dairesinin balkonundan indiğini gördüğünü ileri sürdüğü, fakat dosyada bulunan ve yakınan hakkında hırsızlık suçlaması dolayısıyla verilen 20.05.2005 tarihli kovuşturmama kararının soyut iddiadan başka kanıt bulunmadığı nedenine dayalı bulunduğu,
İftira soruşturması sonucunda mevcut kanıdan değerlendiren Cumhuriyet savcısının da, hırsızlık suçlamasında bulunan şüphelinin yakınma hakkını kullanmış olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği,
Karara karşı yakınan vekilinin itirazı üzerine merci Manavgat Ağır Ceza Mahkemesinin de, kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın hukuka uygun bulunduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verildiği görülmektedir.
İtiraz dilekçesinde gerekçe olarak, yakınma dilekçesinde gösterilen tanıklardan bir kısmının dinlenmemesi ve olay yerinde keşif yapılmaması nedenleri gösterilmiştir.
Gerçekten, iddia edilen suçla ilgili olarak bilinen deliller toplanmadan veya değerlendirilmeden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmemelidir.
Fakat, ilgili suçun niteliğine göre, taraftarca gösterilen delillerin, suçun kanıtlanması bakımından uygun olup olmadığının değerlendirilmesi konusunda da Cumhuriyet savcısının takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir.
Ancak bu takdir yetkisinin, somut olayın özelliklerine uygun ve yerinde kullanılmış olup olmadığının da merci tarafından denetlenmesi olanaklıdır.
Cumhuriyet savcısı, bu dosyada delil olarak öne sürülen hususların suçun kanıtlanmasına bir etkisinin bulunmayacağı düşüncesiyle, dilekçede gösterilen 5 tanıktan üçünü dinlemiş ve mevcut delillere göre karar vermiştir.
Yakınan tarafından dinlenilmesi istenilen tanıkların, yakınanın hırsızlık yapmayacak bir kişilikte bulunduğuna ilişkin kişilik tanığı olarak gösterildiği anlaşılmaktadır. Buna karşın, somut olayda kişilik tanığının İftira suçunun varlığını kanıtlama bakımından bir öneminin bulunmadığı açıktır.
İftira konusu eyleme İlişkin maddi bir kanıt veya görgü tanığının bulunmaması durumunda olay yerinde keşif yapılmasının da sonucu etkilemeyeceği düşünülmelidir.
Açıklanan yasal ve olaysal gerekçeler doğrultusunda Cumhuriyet savcısının, soruşturmaya konu iftira suçuyla ilgili kanıtlara dayalı olarak yaptığı değerlendirmesinin yasada verilen takdir yetkisine uygun bulunması karşısında,
merciin itirazın reddine ilişkin kararı usul ve yasaya uygun görüldüğünden,
5271 sayılı CYY’nin 309. maddesine uygun bulunmayan YASA YARARINA BOZMA İSTEĞİNİN REDDİNE, 14.10.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Faydalı Linkler:
MDM Hukuk ve Danışmanlık; Ankara merkezli faaliyet gösteren bir avukatlık bürosudur.
Büromuz; ülke genelinde avukatlık mesleğinin yasal ve etik değerleri çerçevesinde hukukun bir çok alanında yetkin kadrosuyla avukatlık ve danışmanlık hizmeti sunmaktadır.
Bu web sitesi ve içindeki bilgiler, Türkiye Barolar Birliği’nin meslek kurallarına göre ve özellikle reklam yasağına uygun olarak tasarlanmıştır. MDM HUKUK & DANIŞMANLIK web sitesinin tüm bilgi ve materyaller sadece bilgilendirme olup bunların tamamına veya bir kısmına dayanılarak yapılan işlemlere, eylemlere ve bunların sonuçlarına ilişkin hiçbir sorumluluk kabul edilmez. Söz konu bilgilerin aktarılması ile kullanıcılar ve web tarayıcıları ile MDM HUKUK & DANIŞMANLIK arasında bir avukat-müvekkil ilişkisi yaratılması amaçlanmamıştır ve bilgilerin bu kişilerce alınması hiçbir şekilde bu yönde bir ilişki oluşturmayacaktır. Müvekkiller veya okuyucular hiçbir şekilde mevcut duruma ve özelliklerine ilişkin olarak uygun hukuki veya başka herhangi bir profesyonel görüş almadan, MDMHUKUK & DANIŞMANLIK web sitesinde yer alan herhangi bir hususa dayanarak bir eylemde bulunmamalıdır. MDM HUKUK & DANIŞMANLIK, bu web sitesi aracılığıyla ulaşılan üçüncü kişilere ait içeriklerden hiçbir şekilde sorumlu değildir.
MDM Hukuk ve Danışmanlık Tüm Hakları Saklıdır.